KOBİLER, Türkiye ekonomisi, kalkınma ve yenilikçilik konusunda www.diyalogo.com'da yayınladığım yazılardır.
21 Ekim 2009 Çarşamba
Rekabet Avantajı için Strateji
Bu köşeyi takip edenler rekabetçilik konusuna oldukça fazla değindiğimi bilirler. Çünkü ben Türkiye’nin -AB ile Gümrük Birliği ile elde ettiği- rekabet avantajını, Çin’in Dünya piyasalarına nüfuzu ile gittikçe kaybettiğini ve yeniden kazanmak için de önemli bir strateji geliştiremediğini düşünüyorum. Bu konuyu Diyablog’da defalarca işledim... Doğrusu, Michael Porter ile birçok konuda aynı görüşte olduğumuzu görmekten büyük bir mutluluk duydum.
“Eğer Türkiye bir şirket olsaydı, hissesine yatırıp yapar mıydım? Cevabım, ‘Evet, kesinlikle’ olurdu”, diye söze başladı ünlü profesör. Türklerin fırsatları iyi değerlendiren, çalışkan, esnek, hızlı ve becerikli tüccarlar olduğunu kaydederken, günümüzün rekabet ortamında bunun yetmediğini, başarı için rakipsizliği hedefleyen bir strateji izlenmesi gerektiğini ifade etti.
Konuşma çarpıcı ifadelerle devam etti : “Gelişen olgulara en uygun tepkileri veriyor olmak, en iyi olmaya çalışmak, başkalarının kurduğu bir oyunda yenilmemek için çabalamaktan başka birşey değildir. Daha çok çalışmak değil, daha akıllı çalışmak gerekli...
Önemli olan rakibinizin giremeyeceği bir oyunu kurmanız ve onu oynamanız. Çok alana dağılacağınıza bir alanda rakipsiz olun. Gözünüzü dışa açın, kalıcı başarı sınırların ötesinde. Komşu ülkelerden başlayarak, bölgesel pazarlarda lider olun; oralardan dünya pazarlarına açılın. Türkiye kendini ve bölgesini geliştirerek, bir ‘Dünya Lideri’ olabilir”
İş yaşamında kısa vadeli başarılarla avunmaktan vazgeçip, ülkece, sektörce ve şirketce yeni ve büyüme potansiyeli yüksek alanları seçmek, bu alanlarda güçlü konumlar hedefleyen uzun vadeli stratejiler geliştirmek lazım. Logo pazar liderliğini büyük bir rakibin olmadığı bir alanda, yıllarca dirayetle çalışarak elde etti. Bugün de sektördeki konumunu korumasının en temel nedeni, artık, cebine parasını koyan herhangi bir rakip tarafından kopyalanamayacak bir rekabet avantajı elde etmesinde yatıyor.
Türkiye’de iş yaşamında taklitçilik ve kolaycılık çok yaygın. Bazı büyük holdinglerimiz bir yabancı fast-food zincirinin temsilciliğini aldıklarında içim acıyor, çok üzülüyorum. Kendilerine emanet edilen kaynakları verimsiz alanlarda tüketiyorlar. Bunun yanında dünya çapında başarılara imza atabilecek yaratıcı KOBİ’ler ne yatırımcı ne de kredi bulabilirken, bazı KOBİ’lerimiz de birbirinin taklidi yatırımlarla devlet teşviklerini, kendi sermayelerini heba ediyorlar.
Türkiye’nin en büyük sorunu işsizlik. 2001 krizinde işten çıkarılan işgücü tümüyle üretime dönemeden, yeni bir kriz nedeniyle daha da fazla insanımız üretimden koptu. Michael Porter, rekabet üstünlüğü olan işletmeler kurmadan büyümeye geçemeyeceğimizi, işsizliği düşüremeyeceğimizi söylerken, bir ülkenin kalkınması için kadınlar dahil çalışabilecek tüm nüfusun ekonomik faaliyetlere katılımının gerekli olduğunu vurguladı.
Biraz yumurta, tavuk hikayesi gibi ama, şapkayı önümüze koyup düşünmenin zamanıdır. Kara kara değil, umutla ve akılla...
11 Temmuz 2009 Cumartesi
Sanayi Teşvik Paketi
Bu teşvik paketini neden önemsedim?
Üretmeden kalkınılamayacağını farkettiği için.
Üretmeyi unutmuş olan Türkiye’de üretmeyi tekrar gündeme getirdiği için.
Cari açığımızın gerçek çözümünü hedeflediği için. İnsanlarımıza iş imkanlarının ancak sanayileşme ile sunulabileceğini anımsattığı için.
Ekonominin, insandan kopuk, faiz, döviz, borsa sanal dünyasından ibaret olmadığına dikkat çektiği için.
Üretimin tekrar gündeme gelmesine romantik bir umutla sarıldım sanki; paketin kaynağı nereden geliyor sorusunu sormaya kıyamadım.
Teşvik paketinde iki ana tema gözlemledim : birincisi, çok yıllardır unuttuğumuz ( ben yirmi yıldır dişe dokunur bir sanayi yatırımı hatırlamıyorum) büyük sanayi yatırımları, diğeri ise bölgesel gelişim farklılıklarını azaltacak tedbirler. Gelişmişlik düzeyine göre Türkiye dört bölgeye ayrılmış. Yatırımlar yerel katkı ve rekabet avantajı gözetilerek bölgelere göre farklı şekilde teşvik edilmiş. Paketin Türkiye’nin sosyo ekonomik sorunlarını doğru tespit ettiğinin hakkını vermek lazım.
Büyük proje yatırımları 12 başlık altında incelenmiş. Kimyasal madde üretiminden, motorlu kara taşıtlarına, elektronik sanayiinden, büyük madencilik işletmelerine kadar uzanan bir çok sanayi kolunda büyük yatırımlar teşvik edilmiş. Türkiye’nin en gelişmiş illerini barındıran Marmara bölgesinde yüksek teknoloji ve katma değeri yüksek sanayi yatırımları desteklenirken tekstil ve tarıma dayalı sanayi ise Doğu ve Güneydoğu bölgelerine yönlendirilmiş. Bu köşede çok değindiğimiz yazılım, bilişim ve yeşil teknolojilerden ise hiç bahsedilmemiş. Bu da paketin bakış açısının çok kısa vadeli olduğunu düşündürtüyor.
Bölgesel farklılıkların giderilmesiyle ilgili teşvikler son derece ilginç. Tekstil, konfeksiyon gibi sektörlerin en gelişmiş bölgelerden, en az gelişmiş dördüncü bölgeye nakli öngörülüp, desteklenmiş. Devlet tekstil işini az gelişmiş bölgelere taşıyan iş sahiplerinin masraflarını ödemenin yanında, uzun süreli sosyal güvenlik primi desteği, kurumlar vergisi indirimi, kredi faiz desteği gibi teşvikler sağlıyor.
Sürekli maliyet baskısı altında olan tekstil sektörümüzün başka türlü rekabet etmesi zaten mümkün değildi. Ancak taşınılan bölgelerde maliyet avantajı oluşabilmesi için, bölgesel asgari ücret, lojisitik imkanların geliştirilmesi ve taşınmanın teker teker değil yeni hedef bölgede bir kümelenme oluşturacak şekilde planlanması lazım. Sanırım bu aşamada özel sektör dernekleri ve yerel yönetimlerin de işin içinde olmaları gerekecek. Yapılacak işin bir taşınma işlemi değil yeni bir rekabet stratejisi için yapılan faaliyetlerden biri olması lazım.
Bu na örnek vermek için tanık olduğum bir vakayı sizlerle paylaşayım. Şirketimizdeki en iyi yazılımcı arkadaşlarımızdan birinin ailesinin konfeksiyon atelyesi vardı. Bu arkadaşımız, vefatlar sonucu işe bakacak kimse kalmadığı için, aile işinin başına geçmek için çok sevdiği yazılımcılığı bıraktı. İki üç sene, hele Doların 1.15 TL’yi gördüğü günlerde bile canını dişine takarak işini ayakta tutmaya çalıştı. Sonra da geçen sonbahar atelyeyi kapatıp tekrar aramıza döndü. Geldiğinde de, “İstanbul’da konfeksiyon işini yaşatmayacaklar, bu işlerin Anadolu’ya gitmesi lazım” dedi. Kendisi Batmanlı olan bu arkadaşımıza neden işini memleketine taşımadığını sorduğumuzda orada da altyapıların işlerin yürümesine elvermediğini söyledi. Burada sosyo kültürel altyapıya kadar herşeyi kasdediyordu. İstanbul’da canla başla çalışan bir işçi memleketinde çalışmayabiliyor, mazeretsiz devamsızlık yapabiliyormuş. Gerçekten de taş yerinde(!) ağırmış. Enerji kalitesi, taşradaki devlet görevlilerinin iş dünyasına yabancılığı, ulaşım ve lojistik imkanların sınırlılığı da aşılması gereken sorunların başında görülüyor.
Tekstil, konfeksiyon gibi artık geleneksel işlerin Türkiye’de hala bir şansı olmasına karşın, bu fiyat avantajını an fazla 5-6 yıl sürdürebileceğimizi düşünüyorum. “Çin bile pahalı oldu; üretim Kamboçya, Vietnam ve Bangladeş’e kaydı” deniliyor. Tekstilde fasonculuktan çıkıp, moda üretmeye, yüksek katma değerli ürünlere yönelmeliyiz. Mutlaka ama mutlaka yeni trendlere uygun ileri teknolojili işler geliştirmeliyiz.
www.diyablog.diyalogo.com