Sayfalar

9 Ocak 2011 Pazar

KOBİLER VE BİLİŞİM

KOBİ’ler ve Bilişim

Ne zaman bir sektör krize girse KOBİ’lere yönlenmeye başlar. KOBİ’ler her zaman “yeteri kadar değerlendirilememiş” pazar fırsatlarıdır. Yıllarca küçük işletmeleri, girişimcileri kapılarından sokmayan bankacılar, 2008 global ekonomik krizinden sonra bir anda KOBİ’leri “keşfettiler”. Bilişim sektörü de bir süredir KOBİ türküsü çağırıyor. Bu açıklamayı yazının başına koymak istedim, çünkü bu yazı KOBİ’lere bir şey “satmayacak”.

Doğrudur; KOBİ’lerimizin bilişimle ilişkisi sorunlu olmuştur. Küçük işletmeler, kısıtları gereği büyük ve stratejik düşünemeyebilirler. KOBİ’lerimiz de bilişime stratejik yaklaşamamış, onu bir rekabet avantajı olarak değerlendirmek yerine, zorunlu durumlarda gündeme almışlardır. Ancak bu bize KOBİ’lerimize üstten bakma, küçümseme hakkı vermez. Son yirmi yıldır hiçbir destek almadan, kendi başlarına küresel devlerle başa çıkmaya çalışan KOBİ’lerimizi anlamak zorundayız.

Türkiye, AB’den hiçbir destek almadan imzaladığı Gümrük Birliği anlaşmasıyla KOBİ’lerini, ön hazırlıksız olarak dış rekabete teslim etmiştir. Oysa Gümrük Birliği anlaşmasını imzalayan tüm ülkelerin KOBİ’leri, uyum programı adı altında AB’den ciddi destekler almakta idi. Evet; Gümrük Birliği Türkiye’nin ekonomisini dışa açtı, küreselleştirdi, Türkiye’ye yabancı yatırım geldi, ama, bu süreçden KOBİ’lerimiz karlı çıkamadı. E-dönüşümün en hızlı yaşandığı bu dönemde KOBİ’lerimiz yaşamsallık mücadelesi verdiler.

Türk girişimcisinin inatçı becerikliliği ile AB sürecini başarıyla atlatan KOBİ’lerimiz, amansız Çin rekabeti ile karşılaştıktan sonra ne yapacaklarını şaşırdılar, uzun süreli bir suskunluk dönemine girdiler. Bugün herkes anladı ki, Türk işletmelerinin rekabetçiliklerini yeniden kazanabilmelerinin yolu niteliksel dönüşümde yatıyor. Ucuz fiyata değil, yüksek kaliteye, özgünlüğe, inovasyona yönelmemiz lazım. Oysa, en büyük sorunu yeni iş ve sipariş alabilmek olan bir KOBİ’nin, niteliksel dönüşüme, teknolojik modernleşmeye ilgisi az oluyor. Rekabette ayakta kalabilmek için niteliksel dönüşümü sürekli kılmak zorunluluğu ile bu durum tam bir kısır döngü oluşturuyor.

Sorunu doğru olarak ortaya koymak, kötümserlik değildir; çözümün başlangıcıdır. Çözümü kendi başına gerçekleştirmiş, işlerini başarıyla büyüten, tüm Dünya’ya ürünlerini ihraç eden kuruluşlarımız var. Bu kadar zor koşullarda ayakta kalmayı başarmış işletmelerin içinde mutlaka özgün sırlar olmalıdır. Başarı örneklerini iyi incelemeli, bir zamanlar Japonya’nın yaptığı gibi kendimize ait bir ekol geliştirmeliyiz. Örneğin, bugün, Yalın Yönetim adı verilen “Toyota Üretim Yöntemi” böyle bir özgün rekabet modelidir ve büyük işletmelerden KOBİ’lere uzanan bir ortak çalışma platformudur. Başka ülkelerden, farklı rekabet modellerini desteklemek için geliştirilmiş fikirlere ve ürünlere çözüm diye sarılmak yerine, öncelikle, kendi başarı örneklerimize odaklanmalı, bu deneyimlerden evrensel sonuçlar çıkararak, Türk Rekabet Modeli’ni geliştirmeliyiz. Atalarımız çok güzel söylemişler : “Takma akıl kafada durmaz”.

Bu konudaki kanaatim son zamanlarda sık sık yaptığım Çin ve Hindistan ziyaretleri sonucunda iyice pekişti. Çin hızla büyüyen ekonomisi, sonsuzmuş gibi görünen nüfusu, girişimci halkıyla yükselen bir KOBİ ülkesi. Ancak, Çin KOBİ’lerinin bizden daha rekabetçi olmaları, enerji fiyatlarındaki, kredilerdeki ve insan gücündeki maliyet avantajlarından, tüketime aç, çok büyük bir iç pazarlarından geliyor. Yoksa, Çin işletmeleri bizim işletmelerimizden daha iyi yönetilmiyorlar, hatta bilişim ile ilişkileri bizden geri. Yazılımda Dünya devi olmuş Hindistan’ın KOBİ’leri daha da geride. Bizim en büyük ihracat pazarımızın Avrupa olmasının sağladığı ciddi bir kalite ve teknoloji birikimimiz var, ayrıca küreselleşme sürecinde beş büyük kriz atlatarak, dirençli, esnek, becerikli bir KOBİ portföyü geliştirmişiz. Tüm olumsuz koşullara karşı kendi varlık problemini çözmüş bu işletmeler yeni şeyler öğrenebilmemiz için birer hazinedir.

Mevcut başarı örneklerini, bilimsel yöntemlerle modellemeli, bilişim gibi yeni teknolojilerin sağladığı olanaklarla destekleyerek kendi rekabet modelimizi ortaya koymalıyız. Yeni yayınlanan Sanayi Stratejisi bu zorunluluğun farkında olduğumuzu gösteriyor. Klasik iş kollarımızda yeni iş modelleri geliştirip, teknoloji kullanımını artırırken, bir yandan da orta ve yüksek teknolojili sanayi alanlarına geçiş yapmak zorundayız. İnovasyon bazlı, KOBİ ağırlıklı bir ekonomi modelini hedeflemekle doğru yolu bulmakta olduğumuza inanıyorum.

İşte böyle bir modelin önerdiği KOBİ profilinin bilişim teknolojisinin tüm olanaklarını sonuna kadar araştıran, değerlendiren ve kullanan kurumlar olacağına hiç şüpheniz olmasın. Bilişim sektörünün en yoğun kullanıldığı ülkeler, ekonomisinde bilgi içeriği yüksek olan ülkelerdir. Dünya’nın en önünde koşan sektörlerde varlık gösterebilmek bilişim teknolojilerinin olanaklarını sonuna kadar kullanmak zorundasınız.

Bilişim sektörünü temsil eden bizler için ise görev, bu özgün modelin geliştirilmesine yönelik çalışmaların içinde yer almak, modelin başarısı için çözümler geliştirmektir. Bu çözümler, sürekli değişime açık ve esnek olmalı, farklı iş modellerini desteklemeli, kolay uygulanabilir, kolay anlaşılabilir olmalı, mutlaka kurumlar arası işbirliği (cooperation) ve birlikte çalışmayı (collaboration) desteklemelidir.

İnternet bir ağ ekonomisi yaratmaktadır. Bundan sonra herhangi bir modelin işbirliği ve birlikte çalışmayı göz ardı ederek başarılı olma şansı yoktur. Bilişim çözümleri ekonomik paydaş ve aktörlerin, kurumsal ve bireysel düzeyde elektronik, hatta mobil ortamda işbirliğini sağlamalıdır. Örnek alınabilecek, başarılı bir model geliştirebilirsek, bu modele yönelik çözümlerimiz de tüm Dünya’da aranan ürünler olacaktır.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Bilişim Kenti Kocaeli


Yıllar önce İstanbul'dan otobüsle çıktığımız bir yurt gezisinde, İzmit Körfezi sağda görününce rehberimiz mikrofonu açtı ve konuşmaya başladı :

  • İzmit tarihi milattan öncelere kadar uzanan eski bir şehirdir. Antik devirde Astakoz adıyla anılan bu yerleşim, adını körfezin, temiz ve bol besin içeren sularına yumurtlamaya gelen istakozlardan almaktadır. İzmit körfezinin eski adı da Astakoz Körfezi'dir.

Bu bilgi beni o kadar etkilemiş ki, Körfeze ne zaman baksam, gökyüzüne uzanan rafineri bacalarının dumanı altında bu eski günleri gözümde canlandırmaya çalışırım. Körfezi birgün istakozları buraya davet edebilecek kadar temizleyebilecek bir kararlılığa, inanca ve olanaklara sahip olacağımızı hayal ederim.

Türkiye 'nin sanayileşmesinin tüm yükünü, havasıyla, suyuyla, doğasıyla, insanıyla çekmiş, bu konuda ağır bedeller ödemiş olan bu kent şimdi talihine sahip çıkıyor. Kocaeli bir "Bilişim Kenti" olmak üzere yola çıkmaya hazırlanıyor.

Bilişim Kenti olmak çok iddialı bir hedef. Bunun için çok çalışmamız lazım. Bunun önemli bir kısmı da Kocaeli'ni Dünya'nın en yaşanılır kenti olma hedefini de içeriyor. İstakozların İzmit körfezine geri dönmesini de.

Bilişim kentini ben sadece bilgi teknolojileri konusunda yapılan faaliyet ve üretime kısıtlamıyorum. Geleceği yönlendirecek tüm ileri teknolojileri kasdediyorum. Bu teknolojiler içinde çevre teknolojileri, yenilenebilir enerji, sağlık teknolojileri gibi teknolojileri de kasdediyorum. Bilişim kenti sanayi ötesi toplumun teknolojilerine açılışın kapısıdır.

Dünya'da rekabet gücü artık doğal kaynaklardan, insan kaynaklarının niteliği ve üretilen fikirlerin rekabetçiliğine dönüştü. Dünya'nın bilişim atılımına öncülük eden Kaliforniya'daki Silikon Vadisi, diğer ileri teknolojilerin de temelinini atıldığı bir bölge olarak Dünya'nın teknoloji ile dönüşümüne öncülük ediyor. Dünya'nın en parlak beyinleri çalışmak ve yaşamak için bu bölgeye göç ediyor.

Bacasız bir sanayi olan bilişim yüksek istihdam kapasitesi yaratan ve bu istihdam için sanayi sektörüne göre çok daha az yatırım gerektiren bir iş koludur. Sanayi sektöründe bir kişi istihdam edebilmek için 100.000 dolarlık bir yatırım gerekirken, bir bilişim çalışanını istihdam etmek için 5000 dolarlık bir yatırım yeterli olabilmektedir.

Bilişim kenti olmak hedefi öncelikle insan kaynaklarına yatırımla başlamak zorundadır. Ulaşım, enerji ve telekomünikasyon altapıları çok önemlidir ama insani altyapı çok daha önemlidir. Bunu Hindistan'ın yaptığı bilişim atılımını inceleyerek daha iyi anlayabiliriz. Hindistan'ın maddi altyapıları ülkemizin çok gerisindedir, ancak 50 milyar doları aşan bir ihracat düzeyiyle bugün Dünya'da ABD'den sonra bilişimin ikinci devidir. Bilişim yatırımlarının bu ülkeye akmasının temel nedeni ise Hindistan'ın eğitim sisteminin her yıl onbinlerce İngilizce bilen, çok nitelikli mühendisler yetiştirebilmesidir. Sonuç olarak bu ülkede yazılım üretiminin diğer ülkelere göre daha ucuz ve verimli olmasıdır.

Genç ve dinamik nüfusumuz bizi bilişim sektöründe arzu ettiğimiz başarıya ulaştıracak en önemli potansiyelimizdir. Ciddi bir eğitim hamlesi beş yıllık bir süre içinde işgücü kompozisyonunu tamamen değiştirebilir. Üniversitelerimizle, teknik okullarımızla bilişim ve yeni teknolojiler eğitimlerine önem vermek zorundayız. Teknik eğitim yanında bilişimin anadili olan İngilizce eğitimi konusunda atılım yapmalıyız.

İlimiz, deniz ve hava limanlarına sahip olması, büyük şehirleri birleştiren kara ve demiryolu arterlerinin üzerinde olmasıyla geniş bant internet erişimiyle bilişim için gerekli maddi altyapı sorunlarını aşmış bir şehirdir. Kocaeli Üniversitesi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Tübitak Marmara Araştırma Merkezi gibi yeni bilgi üreten kurum ve kuruluşlar açısından da büyük bir avantaja sahiptir. Bilişim yatırımlarını çekebilmek için maddi altyapılarımızın yanında, -hatta ondan daha çok- insan kaynaklarımızın niteliğine, inovasyon kapasitemize dikkat çekmek zorundayız.

Kentimizi inovasyon ve yaratıcılık liginde yükseklere taşımak zorundayız. Araştırma kapasitesi olarak TÜBİTAK MAM gibi bir merkezin ilimiz içinde olması ile önemli bir şansa sahibiz. Bu merkezimizle ilimizin sanayiinin ve girişimcilerinin ilişkilerini artırmalıyız. Üniversite, sanayi işbirliğini artırmalı, teknolojik buluşları girişimciliğimizle birleştirmeliyiz. Genç girişimcileri teknoparklarımızda yer vererek desteklemeli, yeni girişimleri yöremizin iş kesiminin sahip olduğu yönetim ve finans kapasitesi ile birleştirerek, büyük sanayiler haline getirebilmeliyiz.

İlimizde kurulacak bilişim işletmelerinin başarısı için Türkiye'nin en parlak beyinlerini ilimize çekebilecek sosyal, kültürel ve akademik ortamı geliştirmek zorundayız. İlimizi bir cazip bir yaşam merkezi olarak konumlandırmalı, doğamızı korumalı, çevre teknolojilerine yatırım yapmalı, yerel yönetimlerle işbirliği içinde ilimizde yaşam kalitesini artıracak projeler geliştirmeliyiz. Bilişim kenti atılımı nitelikli konut arzını, toplu ulaşım olanaklarını, alış veriş merkezlerini, çocuk bakım ve eğitim imkanlarını, kültür ve eğlence ortamlarını geliştiren bir proje içermelidir. Entellektüel bir üretim olan bilişim entellektüel bireyler tarafından üretilir, entellektüel bireylerin taleplerine uygun bir kent yaşamı geliştirmeliyiz.

Bilişim bizim için daha müreffeh daha kaliteli bir yaşam vadediyor. Dünya'nın en güzel doğa parçalarından biri olan Körfezini Türkiye'nin kalkınmasına feda etmiş olan Kocaeli, Körfezini, balıklarını ve istakozlarını geri istiyor. Kocaeli Bilişim Kenti olmayı hakediyor.

16 Kasım 2010 Salı

Yine bir Çin Ziyareti


Çin Dünya'nın en hızlı gelişen ekonomisi. Bu nedenle de yolumuz sıklıkla Çin'e düşüyor. Bu ay başında da dış ticaretten sorumlu devlet bakanımız Sayın Zafer Çağlayan ve Türkiye İhracatçılar Meclisi'nden işadamı ve yöneticilerle birlikte Çin'de idik.

Öncelikle Hong Kong'a gittik. Hong Kong şu anda dışişlerinde ve savunmada Çin'e bağımlı bir şehir devleti. HK Doları adı verilen kendi parası ve özerk idaresi var. Rasyonel pragmatizmin örneklerini vermeye devam eden Çin yönetimi, İngiltere'den 1997 yılında geri aldıkları Hong Kong'u bulunduğu şekilde korumanın daha karlı olduğuna karar vermiş olsa gerek, hemen hemen hiçbir şeyi değiştirmemişler. Çin'de trafik sağdan işlerken Hong Kong'ta soldan işliyor; İngilizce ise resmi dil olmaya devam ediyor. Hong Kong çok büyük bir finans ve lojistik odağı. Dünya'nın en işlek konteyner limanı Hong Kong'ta. Hong Kong hizmetler sektöründe ve ticarette Dünya lideri bir merkez.

Hong Kong'ta her yer gökdelen. Nüfus 7 milyon. Dar alanda, bu kadar kişiyi yaşatabilmek için dikine doğru gelişmişler. Türkiye'de nedense olumsuz bir şekilde bahsedilen Hong Kong şehirleşmesini yakından görünce, "Keşke Hong Kong kadar olabilsek ! " diye düşündüm. Hong Kong, son yıllarda dikine gelişen İstanbul'a göre çok daha insani bir şehir. Şehir küçük; topluma taşıma ile veya yaya olarak, her yere kolaylıkla gidilebiliyor. Gökdelenlerin bir diğerlerine iç geçişler var. İnsan İstanbul'a ve Türk şehirlerine üzülmeden edemiyor. İstanbul'da ise İş Kulelerinden, Sabancı kulelerine gitmek için bile arabaya binmek zorundasın. Türkiye'nin kötü şehirleşmesini ileride yazmaya söz vererek, konuyu kapatayım.

Hong Kong Ticareti Geliştirme Konseyi (HKTC) ile yapılan toplantıda Türkiye ile Hong Kong karşılıklı sunumlar gerçekleştirdiler. Ortak çalışma konuları önerildi; iki ülkenin yatırımcılara sağladığı olanaklar karşılıklı olarak tanıtıldı. Biraz fazla iyiniyet toplantısı gibime geldi ama, bu tür faaliyetlerin çok önemli olduğunu ve Türkiye'nin bu konuyu uzun yıllar ihmal ettiğini Türk yetkililer bana ifade ettiler. Türkiye'de Asya'nın Batı ucunda, Avrupa'nın Doğu'sunda, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın komşusu olarak çok stratejik bir yere sahip. Uzakdoğu'da Avrupa'nın Çin'i olarak adlandırılıyor. Herkes büyüyen bu ekonominin olanaklarından pay almak isteğinde. Türkiye ise başta Çin olmak üzere Uzakdoğu ülkeleri ile, kendi aleyhine ve tek taraflı gibi görünen ticarete bir denge getirmek istiyor, bu ülkelere ihracatını artırmaya çalışıyor. Bizden alacak malları yoksa, onları Türkiye dahilinde yatırım yaparak işbirliğine davet ediyor. Sayın Zafer Çağlayan iş dünyasından gelmesinin verdiği becerilerle bu konuda çok yoğun ve etkin bir çalışma gösteriyor. Türkiye buralarda beğenilen bir marka ülke olarak, Çin'in yeni zenginlerine yönelik lüks tüketim ürünleri ihraç edebilir. Hong Kong'un Dünya'nın en büyük şarap ithalatçılarından biri olduğunu öğrenen bakanımız, son zamanlarda atılım yapan Türk şarap firmalarını Hong Kong'a ihracatlarını artırabilmeleri için buraya getireceğini açıkladı.

Hong Kong'tan sonra, iki saatlik bir uçuşla Çin Halk Cumhuriyeti'nde Hangzhou'ya geldik. Ben de bir ay içinde Çin'in bu güzel ve tarihi şehrine iki kez gelmiş oldum. Marko Polo Çin'e gittiği zaman bu şehire aşık olmuş ve "Cennet'in Dünya'daki Yüzü" diye anmış bu şehri. Gördüğü zenginlikten gözleri kamaşan Marko Polo, gondollarla dolaşılan gölü ve kanalları ile Venedik'e benzetmiş Hangzhou'yu. Oysa 13.yüzyılın Venedik'i, 1.5 milyon nüfusu olan mamur ve zengin Hangzhou'nun sadece bir köyü olabilirdi. Yemyeşil, çiçeklerle bezenmiş, göller, nehirler ve kanallarla Çin'in en turistik kenti Hangzhou. Güney Çin'i yöneten Song hanedanlığı zamanında da başkent görevi yapmış. Alibaba.com da bu şehirde...

Hangzhou'da önce otomotiv kuruluşu Geely'nin fabrikasına gittik. Çin Hong Kong'tan farklı. Polis yolları bizim için kestiğinden çok uzak mesafaleri çok kısa zamanda alıyoruz. Geely fabrikası 1984 yılında kurulmuş. Bugüne kadar sadece Çin'de bilinen bu firma geçtiğimiz yıl Volvo firmasını alarak adını bütün Dünya'ya duyurmuş oldu. Firma yöneticileri bize yeni ürettikleri otomobilleri gösterdiler, firmanın yaptığı teknolojik atılımları ve büyüme stratejilerini anlattılar. Doğrusu, böyle büyük bir iç pazara sahip olan bir ülkede bir Dünya devi yaratmak çok zor olmasa gerek. Ama heyetteki Türk işadamları ve gazeteciler olarak bizler de, tüm teknolojiye sahip olmamıza rağmen kendi otomobilini yapamamış bir ülke olmanın üzüntüsünü aramızda dile getirdik. Bakanımız mutad olduğu üzere Geely yöneticilerini, Türkiye'ye fabrika kurarak Avrupa'ya ihracat yapmaya davet etti. Yabancı yatırımcılara verilen teşvikleri anlattı, Türkiye'yi cazip bir yatırım merkezi olarak anlatmaya çalıştı. Kendi otomobil markamız yok ama, KOBİ'lerden oluşan, teknolojisi ve kalitesi çok yüksek bir yan sanayimiz var. Bu da Türkiye'yi otomotiv yatırımları açısından cezbeden özelliklerimizden biri.



Geely fabrikasından hemen yakınlardaki Alibaba'ya geçtik. Alibaba'ya girişten itibaren farkı görüyorsunuz. Geely geleneksel ve yerel bir firma görünümündeyken, Alibaba'da modernliğin, küreselliğin ve gençliğin havasını hemen hissediyorsunuz. Heyeti Alibaba Grup CEO'su David Wei karşıladı ve daha önceden bize de yaptığı gibi Alibaba grubunda olan biteni, büyük bir videowall'a on-line olarak yansıyan görüntülerin önünde anlattı. Dünya çapındaki internet şirketindeki dinamizm ve tempo Türk heyetini şaşırttı ve etkiledi. Benimle veya diğer Alibaba yöneticileri ile konuşarak daha fazla bilgi almaya çalıştılar. Alibaba içinde Türkiye ve Diyalogo'nun almış olduğu konum şahsım adına gurur verici idi. Bunu herkesin görmesine, köşe yazılarına ve haberlere konu olmasına çok sevindim.

Alibaba.com'un faaliyetleri Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın faaliyetleriyle örtüşüyor. Alibaba tüm Dünya KOBİ'lerinin olduğu gibi Türk KOBİ'lerinin de yaygın olarak kullandığı bir elektronik platform. Alibaba üzerinden birçok firmamız Dünya'nın çok uzak ülkelerine mal satabiliyor, mal alabiliyor. Sayın Zafer Çağlayan Alibaba'yı da bir an önce Türkiye'de yatırım yapmaya davet etti. Espri ile karışık, yerli iş ortağı Diyalogo ile "evlenip" AliLogo'yu kurmalarını, Türkiye'deki merkezlerinden tüm bölgeyi kontrol etmelerini önerdi. Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır.

Bu ziyaretin zaten Alibaba.com'un çok önem verdiği Türkiye ve Diyalogo'nun önemini daha da artıracağına eminim. David Wei'den Alibaba'nın bugüne kadar sadece Çin'de ve Kore'de yaptığı "Büyük Satınalma Organizasyonları"ndan birinin Türkiye'de yapılması sözünü de bakanımızın yardımıyla aldık. Böylece siz değerli Alibaba üyesi olan KOBİ'lerimiz, Alibaba'nın getireceği IKEA, WalMart gibi, Dünya'nın en büyük şirketlerinin satınalma müdürleriyle görüşüp iş olanakları geliştirebilecekler. 2011 yılının Türkiye'den çok büyük Alibaba faaliyetlerine sahne olabileceğini söyleyebiliriz.

Bitirmeden paylaşmak istediğim bir haberim daha var. Logo Yazılım ürünleriyle Alibaba portalinin ve Diyalogo portalinin entegrasyonu konusunda karşılıklı çalışmalar başlatmış bulunuyoruz. Dünya'da ilk kez, bizim önerimizle, bir ticari yazılım kendi ekranından Alibaba ile entegrasyona girecek; mal alabilecek, mal satabilecek... Bu özelliğimizi 2011 yılında müşterilerimizin kullanımına sunmayı umuyoruz. Diyalogo'nun yeni yüzünün de amacı Alibaba'nın Türkiye'deki Türkçe yüzü olma hedefinden ileri gelmektedir. Diyalogo'daki ürünlerinize İngilizce başlıkları da girerseniz, ürünlerinizi Alibaba'ya da sizin için aktarmış olacağız. Kimbilir belki bir gün hiç beklemediğiniz bir ülkeden bir sipariş alır, ihracata başlarsınız...


 

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Tarımda Küreselleşme ve e-ticaret

İş ortağımız, Türkiye’nin ilk ve en büyük tarımsal pazarlama sitesi TarımsalPazarlama.com ile, İzmir’de “Tarımda Küreselleşme ve e-Ticaret” başlıklı bir seminer düzenledik. Amacımız, tarım ve gıda sektörümüze genel e-ticaret kavramlarını anlatmak, küçük ve orta çaplı üreticilere Alibaba üzerinden küresel piyasalara ihracat yöntemlerini uygulamalı olarak göstermekti.

Oysa farkında olmadan çok daha büyük bir etkinliğe yol açmıştık. Swissotel Kongre Merkezi’ndeki toplantıya Ege bölgesinin tüm illerinden, çiftçiler, besiciler, gıda üretim ve pazarlama sanayilerinden 500’den fazla katılımcı geldi. O gün orada anladık ki, tarım bu ülkenin can damarıdır ve tarım ile ilgili her konu büyük ilgiyle izleniyor.

Toplatının Alibaba ve TarımsalPazarlama.com siteleri üzerinden e-ticaret imkanlarının anlatıldığı bölümünü burada tekrar etmeyeceğim. Toplantının sonundaki panel öylesine heyecanlı ve tartışmalı bir ortam yarattı ki, sonunda dinleyici kitlesiyle birlikte bir ortak akıl geliştirme platformuna dönüştü. İzmir’li ve aslında Ege’li vatandaşlarımız, Türkiye ekonomisinde kaybettikleri ağırlığı tarım sektörü sayesinde tekrar kazanacaklar gibi gözüküyor. Doğru da yaparlar. Çünkü tarım Türkiye’nin önündeki en önemli stratejik seçeneklerden biri. Ve ülke olarak yıllardan beri çok ihmal ettiğimiz bu konuyu yoğun bir şekilde ele almak zorundayız.

Toplantıyı Ege TV’nin tanınmış, sempatik ve çok bilgili yöneticisi ve sunucusu İsmail Uğural yönetti. Benim dışımda tarım sektöründen, tecrübeli iki konuşmacı daha vardı : Ekolojik Tarım Organizasyon Derneği Başkanı Atilla Ertem ve Tire Süt Müstahsilleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük. Konuşmacılar tarım sektörünün ülkemiz için önemi, tarımdaki gerilememiz, dışa bağımlılığın artması üzerine konuşurlarken, ben de e-ticaretin küresel pazarlara ulaşma konusunda getirdiği fırsat eşitliğine değindim. Türk tarım ürünlerine Alibaba üzerinden gelen talebin giderek arttığını biliyor ve gözlemliyordum. Konuşmacılardan ve dinleyicilerin yorumlarından da, bu sektörün devasa sorunlarının yanında, gücünü ve içerdiği fırsatları da öğrenmiş oldum.

Sanayileşmeye, şehirleşmeye, ulaşım yollarına ve ikinci evlere en önemli tarım topraklarımızı kaybediyoruz. Tarım parselleri, miras yoluyla bölüne bölüne ekonomik olarak işletilemeyecek şekilde küçülmüş. Bilinçsiz ilaçlama ile bazı yöreler zehirlenmiş, sulama yanlışlıkları topraklarda tuzlanmaya neden olmuş. Küresel ısınmanın getirdiği kuraklık riskleri artarken, bizdeki girdilerin yüksek fiyatı, dış ülkelerdeki tarım sübvansiyonları çiftçilerimizin belini iyice bükmüş. Onlar da topraklarını terkederek, şehirlere göçmüş, işsizler ordumuza katılmışlar. Buğday, mısır, yağlı tohumları ithal eder hale gelmişiz; hayvan stokumuz azalmış, et fiyatları azmış gitmiş, çözümü canlı hayvan ithalinde bulur duruma gelmişiz.

Şimdilerde tarım sektörümüz daha ciddi bir şekilde ele alınmakta. Ekonomi dergileri, sektördeki fırsatlara arka arkaya dikkat çekiyor. Bakanlık, dışa bağımlılığı azaltıcı ve ülkemizi net ihracatçı hale getirecek tedbir ve teşvikleri artırıyor. Tarım sektörümüze sermaye ve teknoloji giriyor, girmek zorunda...

Ancak geleneksel çiftçimiz, köylü vatandaşlarımız, artık o kadar zayıf düşmüşler ki teşviklerden yararlanabilecek takatleri kalmamış. Uzun süre açlık çeken vücudun verilen gıdayı alamaması gibi birşey bu. Küçük çiftçi, köylü, daha önce bakkalın yerini markete devretmesi gibi, üretici faaliyetten çekiliyor, topraklarını elden çıkartıyor. Bu insanları üretimden çekmek, işsiz güçsüz olarak şehirlere göçettirmek ne kadar doğru acaba? Küçük çiftçi, küçük kalarak da verimli ve mutlu olamaz mı? Yeteri kadar sanayi işi üretmeden, sanayide çalışabilecek eğitimleri vermeden, bu insanları üretimden, yaptıkları ekonomik faaliyetten koparmak ne kadar doğru acaba?

İnsanımız, burada da girişimciliğiyle kendi sorunlarına çareleri üretmiş. Toplumumuz bu tür durumlarda liderlerini sıklıkla kendi içinden çıkarabiliyor. SS Tire Süt Kooperatifi Kurucusu ve Ulusal Süt Konseyi ikinci başkanı Mahmut Eskiyörük ve yaptığı işlere hayran kaldım. (*) Birlikten kuvvet doğar fikrinin çok başarılı bir örneğini oluşturmuş. Kendisi 2000 üyeli bir kooperatifin kurucusu ve başkanı. Süt denildi mi akla gelen ilk isimlerden biri. Kurduğu sistemle küçük üreticilerle, kaliteli süt ve süt ürünleri üreten bir model oluşturmuş, girdi maliyetlerini düşürmüş, fabrikalar kurarak ürünlerin en iyi şekilde değerlendirilmesini sağlamış. Böylece iki ineği olan bir üreticinin de geçimini temin etmesini sağlamış.

Özetle söylemek gerekirse, tarım sektörümüzün bilinçlenme düzeyi ve hareketliliği bizi etkiledi. Tarımda bir çıkış yaşayabiliriz. Sektörün temsilcileri her türlü yeniliği kullanmaya yatkınlar. Tarımda üretimi artırmanın yanında, ürünlerini en karlı şekilde satmanın, dünya pazarlarına açılmanın yolu olarak e-ticaretten yararlanmayı ciddi şekilde dğerlendiriyorlar. Bizim gibi sektör temsilcilerine de böyle eğitici toplantıları daha çok düzenleyerek onların önünü açmak düşüyor.

Sağlıcakla kalın...

(*) http://www.tiresutkoop.org

21 Mart 2010 Pazar

İstanbul Boat Show’un Ardından



Sessiz sedasız Dünyada liderliğe oynayan bir sektörümüz oluştu. Yat tasarımı ve imalatı hem iş hacmi, hem de nitelik açısından Dünya çapında rekabetçi bir sektör haline gelmiş durumda. Hollanda, ABD, İtalya ile birlikte ilk dört içindeyiz. Artan petrol fiyatlarının yarattığı Rus ve Arap zenginleri, lüks yat piyasasını roketledi ve Türkiye bundan faydalanarak çok ciddi bir atılım yaptı. Ekonomik kriz tüm sektörler gibi bu sektöre de büyük bir darbe vurdu ama, elde edilen ilerlemeler geri döndürülemeyecek boyutta.

Evet, bu sektörde de imalat sürecinde büyük oranda el işçiliği gerekiyor. Ancak yat inşa sektöründe ulaşılan iş modeli, dışarında verilen planların ucuz emek ile inşasını çoktan aşmış. Türkiye teknolojisi, imalatı ve pazarlaması ve markaları ile pazara ağırlığını koyuyor. Girişimcilerimiz tutkuyla, sevgiyle sarılmışlar işlerine. Başarı da geliyor doğal olarak...

İstanbul’daki Boat Show’a her yıl giderim. Bu fuar, eskiden yurtdışında yapılan yatların Türk zenginlerine sunulduğu, gerçek bir lüks gösterisiydi. Oysa son birkaç yıl içerisinde yerli firmalarımız üretimleriyle, yabancı müşterilerin de alıcı olarak geldikleri gerçek bir pazar yerine döndü.

Türkiye’de ciddi bir yan sanayinin geliştiğini, bu firmaların hemen hepsinin kendilerini küresel bir firma olarak konumlandırdığını gördüm. Bursa Orhangazi’de artık kendine ait özgün tasarımlarla üretim yapan Kıraça Holding’e bağlı Azzure’den, İstanbul Davutpaşa’dan tüm Dünyaya’ya olağanüstü çapalar satan Boyut Marine’e kadar irili ufaklı birçok firma ürünlerini büyük bir özgüvenle sergilediler. Hem, Sanko Holding’e bağlı Vicem şirketi’nin Antalya’da yaptığı lüks yatlara tüm dünyadan gelen sipariş geldiğini öğrendik; hem de Çorlulu bir girişimcinin ürettiği Sensei adlı küçük yelkenli teknenin, Amerika’daki Annapolis fuarında kendi kategorisinde en başarılı ürün seçildiğini. Fuarda tümüyle yerli tasarım ve imalat teknelerin haricinde, şişme botlar, iç mimari ve döşeme, balıkçı tekneleri ve çeşitli yan ürünleri gördüm. Birçoğunda işçilik ve üretim kalitesine hayran kaldım.

Teknelere çapa üreten Boyut Marine’den özellikle bahsetmek istiyorum. Çok nefis bir metal işçilikleri vardı ama önemli olan belki 100 yıldır önemli bir yenilik göremeyen çapa tasarımına getirdikleri önemli yeniliklerdi. Bir çeşit “hacıyatmaz “ olan bu çapa, dibe ne şekilde düşerse düşsün, zinciri çekildikçe aynı konumu alıyor ve her zaman tutuyor. Tutmayan demirlerin tehlikelerini yaşamış olanlar bunun önemini takdir ederler.

Firma sahibi bize ürününü her kıvrımının üzerinde en az 5 dakika konuşarak büyük bir gururla anlattı. Doğrusu bu firmada gördüğüm imalat inceliği ve hassaslığı göğsümü kabarttı. Eskiden böyle demoları Alman’lardan alırdık. Teknem olsaydı hemen bir tane alırdım doğrusu...

Firma sahibi bize bazı yabancı dergilerde ürünleri hakkında çıkan eleştiri ve testleri gösterdi. Düşünün, Istanbul Topkapı’da bir Türk KOBİ'sinin ürünleri kendi markasıyla Amerika’dan Almanya’ya, oradan İtalya’ya dergilerde inceleniyor, övgüler alıyor. Getirilen tek eleştiri ise çok pahalı olması. Doğrusunu söylemek gerekirse bir Türk Malı’nın pahalı olarak anılması yine gururumu okşadı.

Birşeylerin yavaş yavaş değişmeye başladığını görüyoruz. Yüksek girişimcilik potansiyelimiz, bilinçli girişimciliğe dönüştükçe fark yaratıcı ve kalıcı bir gelişime yol açıyor. Kimbilir? 10-20 yıl sonra vapur satıcılarımız bir malı sunarken öğünerek “Abla bu yerli mal” der, belki.

Bu olay bana başka birşey daha hatırlattı. Türk imalatçı kobileri olarak sizler, binlerce farklı cephede binlerce farklı, ilginçliğe, yaratıcılığa ve başarıya imza atıyorsunuz. Bize bunları yazın, tüm üyelerimizle ve okurlarımızla paylaşalım. Tanıtalım, gurur duyalım, örnek olalım. Diğer girişimcilerimize ve gençlerimize ilham verelim ki, bu köşede çok değindiğimiz “KOBİ AYDINLANMASI gerçek olsun.

Yenilikçi, yüksek katma değerli bir sanayi altyapısına ve kobilerimizin başarısıyla ulaşacağımıza inancımızı koruyoruz...

5 Mart 2010 Cuma

Internet Kullanımında Dünya Lideriyiz!



Türkiye, sessiz sedasız, Internet kullanımında, Dünya’da liderlik konumuna yerleşmiş durumda. Buradan Internet ve bilişim teknolojilerini geliştiren, bundan milyarlarca dolar kazanan bir sektörümüz olduğu, bir milyon gencimize yüksek ücretli istihdam sağladığımız anlaşılmasın. Olan biten sadece şu: Türkiye Dünya’da en çok Facebook kullanan üçüncü ülke konumuna gelmiş durumunda. FriendFeed’de ise dünya lideri imiş. MSN, MySpace kullanımında, ilk beşin içindeyiz. Dünyayı hayretler içinde bırakan bu gelişmenin arkasında ne var? Faydası ne? Zararı var mı? Bu durum geleceğimiz açısından bir fırsat içeriyor olabilir mi? Bunu incelemeye çalışacağım.

Türkiye İnternet başında geçirilen zaman açısından da ayda 30 saat ile Kanada ve ABD’nin arkasından dünya üçüncü olmuş. Sanki vatandaşın işi gücü yok, vaktini İnternet başında gevezelikle, oyun oynamakla geçiriyor.

Bu kanı çok da yanlış değil. Internet kullanımımızdaki kalitesizliği gösteren verilerden biri Google’da yapılan aramalar. Türkiye İnternet pazarının büyümesinden çok memnun olan Google, ülkemizde en çok aranan sözcüklerin ortalama terbiye kuralları içinde açıklanamayacağını söylüyor.

Bu olgunun toplumumuzun yeniliklere açık olduğunu göstermesi nedeniyle olumlu bir yorumu da yapılabilir. Nitekim Internet üzerinden yapılan e-ticarette de Türkiye, Avrupa’dan hızlı büyüyor. Avrupa’nın yaşlı nüfusu nedeniyle, tutucu ve yeniliklere kapalı olduğu doğru; ancak, Türk toplumunun da yeniliklere uyum sağlama konusundaki becerisini de görmek ve takdir etmek lazım. Zaten Türkiye büyük zıtlıkların ve çelişkilerin ülkesi...

Yeniliklere adapte olma açısından benzsersiz bir toplumuz. Peki şu yenilikleri ortaya çıkaran niye biz olamıyoruz? Bu konuda da olumlu gelişmeler var. Internetin ulaştığı düzey, bu tür girişimlere para yatıran Venture Capital (risk sermayesi) şirketlerinin de dikkatini Türkiye’ye çekmiş durumda. Yerli risk sermayesi şirketlerinin de kurulduğunu ve bazı projeleri desteklediğini öğreniyoruz. Umarız yakın bir gelecekte birçok Internet girişimi kurulur ve başarılı olur.

Internet kullanımında ve e-ticaretteki artışın nedenlerinden biri de Türkiye’de kredi kartlarının yaygınlığı ve yoğun kullanımı. Bu olgu, tüm Türk işletmelerine önemli fırsatlar sunuyor. Türkiye’de e-dönüşüm süreci, özellikle komşu ülkelere göre daha hızlı ilerliyor. Bu süreç Türkiye’yi Avrasya bölgesindeki en modern ekonomilerden biri haline gelebilir.

Bir örnek vermek gerekirse, iş ortağımız Tarımsal Pazarlama, e dönüşüme en uzak olduğu düşünülen çiftçimize, iş süreçlerini elektronik ortama taşıtmayı başarmış. Bugün üreticimiz tarımsal araç ve gerecini elektronik ortamda almayı, ürününü, koyununu, keçisini, sütünü elektronik ortamda satmayı öğrenmiş. Olay o noktaya varmış ki, Vodafone ile yapılan işbirliği sayesinde çiftçiye tarlasına, bahçesine özel hava durumu bilgisi, hallerdeki ürün fiyatları gibi bilgiler cep telefonuna mesaj olarak gönderiliyor. Böyle sofistike bir ortam nerede var Allahaşkına?
Internetin teknolojisini biz geliştirmemesek de kullanımını kalkınmamızın lehine çevirmekte çok büyük şansımız olduğu görülüyor. Zaten biz de Diyalogo’yu bunun için kurduk. Ancak halkımızın ve özel sektörümüzün bu büyük hızına devletimizin kurumları yetişemiyor. E-devlet portalı ile vatandaşın yapabildiği işler çok kısıtlı. Yıllardır beklenen e-fatura yönetmeliği hala çıkarılamadı. Elektronik imza kanunu çıkalı altı yıl oldu, uygulamalar bir türlü devreye giremedi. Çünkü kurumlar hiyerarşik örgütlenmeye alışmış, yetkilerinin ve güçlerinin ellerinden gideceği korkusuyla vatandaş- devlet ilişkisinin süreç ve sistem mühendisliği kurallarına göre yeniden tasarlanmasına ayak diriyor.
Modern 21.yüzyılın Türkiye’nin tasarlanmasında İnternetin çok büyük bir önemi olduğu açık. Bireysel olarak bu çağı yakalamışız gibi görünüyor. Ancak İnterneti ülkemizin ve halkımızın yararına kullanabilmek için biraz daha planlı çalışmamız gerekiyor. Yoksa ülkemiz sadece bu teknolojilerin sorgusuz sualsiz müşteri bulabildiği bir pazaryeri olmaktan ileri gidemiyor.


Sağlıcakla kalın...

22 Aralık 2009 Salı

Kümelenme: Yerelliğin Yarattığı Rekabet Gücü

Son iki yazımızı Michael Porter’un oluşturmuş olduğu Rekabet Teorisi üzerine ayırmıştık. Değerli Gaziantepli üyemiz Bilal Ekmekci’nin uyarısı üzerine, üstadın yeteri kadar değinmediğimiz -biz KOBİ’ler için çok önem arzeden- “kümelenme” kavramını da inceleyerek bu konuyu hakkınca tamamlamış olalım.

Michael Porter’a göre küme; ortak ve tamamlayıcı yönleriyle ilişkili, belirli bir coğrafi yakınlığı bulunan, karşılıklı olarak bağlantılı şirketler ve destekleyici kurumlardan oluşan bir
gruptur. Bu akademik tarifi, “belli bir bölgede birbirini tamamlayacak şekilde yoğunlaşan işletmelere ve bu işletmelerin oluşturduğu ağa küme denir” diyerek basitleştirmeye çalışalım. Hepimizin günlük yaşamımızdan bildiğimiz bir gerçektir: aynı iş kolundan birbiriyle rekabet etseler dahi firmaların yan yana olması pazarı büyütür. Kasaplar çarşısı, urgancılar çarşısı, bakırcılar çarşısı, kuyumcular çarşısı gibi bir araya gelmeler kümelenmenin ilk örneklerindendir.

Çağdaş anlamdaki kümelenme ise bir araya gelen rakip veya iş ortağı işletmelerin arasında global düzeyde aşılamayacak bir işbirliğini gerektirir. Başarılı bir kümelenmede şirketler, yan sanayileri, tedarikçi ve dağıtıcıları, devlet organları ve eğitim kurumları ile oluşturulan bölgeye özgü girift bir işbirliği ağı global düzeyde aşılamayacak rekabet avantajları yaratabilir. Amerika’daki Silikon Vadisi bu konudaki en çok bilinen örnek olmakla birlikte, Türkiye’deki küçük üreticiler için örnek teşkil edebilecek olan İtalya’daki ayakakabı üreticilerinin kümelenmeleridir. İtalyan ayakkabı sanayii, çok küçük aile işletmelerin bir araya gelmesiyle küresel bir rekabet avantajının nasıl yaratıldığının en güzel örneğidir.

Ticaret duvarlarının kalktığı, artan iletişim ve ulaşım olanakları ile, tümüyle tek pazar haline gelmiş günümüz Dünya’sında yerelliğe yapılan bu vurgu çelişki gibi görülebilir. Porter’a göre kümelenme maliyetleri düşürür, verimliliği artırır, bilgi üretimini, yenilenmeyi ve inovasyonu sürükler. Başarılı bir kümelenme bölgeye yeni işletmeleri çağırarak, tamamlayıcı başka işlerin kurulmasıyla rekabet gücünü ve gelişimi sürekli kılar. Coğrafi vekültürel yakınlık, küme içindeki ilişkilerin sıklaşmasına ve kompleks hale gelmesini sağlar, bu uzak bir ülkeden hiçbir şekilde taklit edilemeyecek bir maliyet ve rekabet avantajı getirir.

Kümelenmenin ne olmadığını da anlatmak; birbiriyle konuşmayan, birbiriyle iş ilişkisi içinde olmayan öbeklenmelerin de kümelenme olmadığını söylemek zorundayız. Bizde öbeklenmeler çoğunlukla taklit amaçlıdır. Bir konuda başarılı bir iş açan kişinin yanın,a hemen hemen aynısı açılır, ölümüne fiyat rekabeti yapılır; sonuçta sinerji değil, bir yıkım oluşur. İtalya’daki küçük ayakkabı üreticileri, çok küçük işletmeler olmalarına rağmen kurdukları birliklerle ve işbirlikleri ile tüm Dünya’ya karşı bir büyük işletme gibi davranabilmektedirler. Bizdeki işbirliği kültürünün zayıflığı kümelenmelerin başarısını zayıflatmaktadır.

Bizim Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bana anlatılan bir hikayeye göre, bir zamanlar, üç sanayicimiz İspanya’daki aynı tedarikçiden aynı hammaddeyi satın alıyorlarmış, ama birbirlerinden haberleri yokmuş. Doğu Karadeniz Bölgemiz Dünya’nın en büyük fındık üreticisi ama buna yönelik olarak bir kümlenme yok, bu konudaki tek sanayi kuruluşu ve geliştirilmiş marka olan Sagra bile yıllarca atıl ve kimsesiz kaldı. İşlenmeden satılan fındığın çuvalının hammaddesi Pakistan’dan, fiyatı İsviçre’den geliyor.

Kümelenme konusunu “Antalya’da Yenilikçilikle Yerel Kalkınma” başlıklı yazımda dile getirmiş, Antalya’da bir tarımsal kümelenmenin oluşmaya başladığını, bu bölgenin ülkemizin en ileri, yüksek katma değerli tarım bölgesi haline geldiğini belirtmiştim. Yerel kalkınma başarılı bir kümelenme olmadan gerçekleşmemektedir. Bu nedenle Türkiye’ni Doğu ve Güneydoğu’sunda yapılan yatırımlar, bir kümelenme projesi dahilinde yapılmadığı için başarılı olamamıştır.

Artık ülkemizde de kümelenme projeleri rastlantıya ve zamana bırakılmamakta ve devlet politikaları belirleyen ve yönlendiren bir kurum olarak liderliği ele almaktadır. “Almaktadır”, diyorum da, siz yine de “almalıdır” diye alın. Ben iyi projelendirilmiş, bütçesi belirlenmiş, halkla iletişimi iyi yapılmış bir bölgesel kalkınma ve kümelenme projesi duymadım.

Ülkemizde Devlet, sanayi ve ticaret odaları ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla birçok kümelenme projesi konuşulmakta, ya da geliştirilmektedir. Küçük bir internet araştırmasıyla kendi bölgenizde veya kendi iş kolunuzla ilgili kümelenme projeleri hakkında bilgi alabilirsiniz. Kümelenme teorisi ve ülkemizdeki uygulamaları hakkında çalışmalarını beğeniyle izlediğim bir sivil toplum kuruluşunu, Ulusal Rekabet Araştırmaları Kurumunu (URAK) www.urak.org.tr sitesinden takip etmenizi, oradaki makaleleri okumanızı tavsiye ederim.

Ülkemizin en büyük sorunu işsizlik sorunudur. Ülkemizde bilgi var, sermaye var, oldukça iyi düzeyde bir altyapı da var. Taklide dayalı sanayileşmeyle kalkınma vizyonumuz, Çin’in Dünya pazarlarını altüst etmesiyle tarihe gömüldükten sonra, yeni iş yerleri açamaz, yatırım yapamaz olduk. Yeni sanayi yatırımlarının rekabetçi olamayacağını görüyor, bu nedenle sermayemizi, hizmet sektörüne, kısmen enerjiye( teknolojisine değil ama) , emlaka, uzun vadede verimsiz alanlara yatırıyor, zamanımızı ve ulusal kaynaklarımızı boşa harcıyoruz.

Bu olgu bile sorunun rekabetçilikte yattığını anladığımızı gösteriyor. Ancak rekabetçilik beklemekle edinilecek birşey değildir. Firmalar, sektörler, bölgeler ve ülke çağında rekabet stratejileri geliştirmek zorundayız. Rekabetçiliği kazanmakta kümelenmenin, bölgesel işbirliğinin gerekliliğini görmek ve anlamak, zorundayız. Bu konuda başta devlet olmak üzere, özel sektörden, sivil toplum kuruluşlarından liderlere ihtiyaç vardır.

“Rekabetçiliğimiz komuşumuzla ilişkimizin düzey ve kalitesinden geçmektedir” diyelim, ve bu konuyu burada bitirelim.

Bir sonraki konumuzda görüşmek üzere hepinize sağlıklı ve mutlu bir Yeni Yıl diliyorum.