KOBİLER, Türkiye ekonomisi, kalkınma ve yenilikçilik konusunda www.diyalogo.com'da yayınladığım yazılardır.
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Tarımda Küreselleşme ve e-ticaret
Oysa farkında olmadan çok daha büyük bir etkinliğe yol açmıştık. Swissotel Kongre Merkezi’ndeki toplantıya Ege bölgesinin tüm illerinden, çiftçiler, besiciler, gıda üretim ve pazarlama sanayilerinden 500’den fazla katılımcı geldi. O gün orada anladık ki, tarım bu ülkenin can damarıdır ve tarım ile ilgili her konu büyük ilgiyle izleniyor.
Toplatının Alibaba ve TarımsalPazarlama.com siteleri üzerinden e-ticaret imkanlarının anlatıldığı bölümünü burada tekrar etmeyeceğim. Toplantının sonundaki panel öylesine heyecanlı ve tartışmalı bir ortam yarattı ki, sonunda dinleyici kitlesiyle birlikte bir ortak akıl geliştirme platformuna dönüştü. İzmir’li ve aslında Ege’li vatandaşlarımız, Türkiye ekonomisinde kaybettikleri ağırlığı tarım sektörü sayesinde tekrar kazanacaklar gibi gözüküyor. Doğru da yaparlar. Çünkü tarım Türkiye’nin önündeki en önemli stratejik seçeneklerden biri. Ve ülke olarak yıllardan beri çok ihmal ettiğimiz bu konuyu yoğun bir şekilde ele almak zorundayız.
Toplantıyı Ege TV’nin tanınmış, sempatik ve çok bilgili yöneticisi ve sunucusu İsmail Uğural yönetti. Benim dışımda tarım sektöründen, tecrübeli iki konuşmacı daha vardı : Ekolojik Tarım Organizasyon Derneği Başkanı Atilla Ertem ve Tire Süt Müstahsilleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük. Konuşmacılar tarım sektörünün ülkemiz için önemi, tarımdaki gerilememiz, dışa bağımlılığın artması üzerine konuşurlarken, ben de e-ticaretin küresel pazarlara ulaşma konusunda getirdiği fırsat eşitliğine değindim. Türk tarım ürünlerine Alibaba üzerinden gelen talebin giderek arttığını biliyor ve gözlemliyordum. Konuşmacılardan ve dinleyicilerin yorumlarından da, bu sektörün devasa sorunlarının yanında, gücünü ve içerdiği fırsatları da öğrenmiş oldum.
Sanayileşmeye, şehirleşmeye, ulaşım yollarına ve ikinci evlere en önemli tarım topraklarımızı kaybediyoruz. Tarım parselleri, miras yoluyla bölüne bölüne ekonomik olarak işletilemeyecek şekilde küçülmüş. Bilinçsiz ilaçlama ile bazı yöreler zehirlenmiş, sulama yanlışlıkları topraklarda tuzlanmaya neden olmuş. Küresel ısınmanın getirdiği kuraklık riskleri artarken, bizdeki girdilerin yüksek fiyatı, dış ülkelerdeki tarım sübvansiyonları çiftçilerimizin belini iyice bükmüş. Onlar da topraklarını terkederek, şehirlere göçmüş, işsizler ordumuza katılmışlar. Buğday, mısır, yağlı tohumları ithal eder hale gelmişiz; hayvan stokumuz azalmış, et fiyatları azmış gitmiş, çözümü canlı hayvan ithalinde bulur duruma gelmişiz.
Şimdilerde tarım sektörümüz daha ciddi bir şekilde ele alınmakta. Ekonomi dergileri, sektördeki fırsatlara arka arkaya dikkat çekiyor. Bakanlık, dışa bağımlılığı azaltıcı ve ülkemizi net ihracatçı hale getirecek tedbir ve teşvikleri artırıyor. Tarım sektörümüze sermaye ve teknoloji giriyor, girmek zorunda...
Ancak geleneksel çiftçimiz, köylü vatandaşlarımız, artık o kadar zayıf düşmüşler ki teşviklerden yararlanabilecek takatleri kalmamış. Uzun süre açlık çeken vücudun verilen gıdayı alamaması gibi birşey bu. Küçük çiftçi, köylü, daha önce bakkalın yerini markete devretmesi gibi, üretici faaliyetten çekiliyor, topraklarını elden çıkartıyor. Bu insanları üretimden çekmek, işsiz güçsüz olarak şehirlere göçettirmek ne kadar doğru acaba? Küçük çiftçi, küçük kalarak da verimli ve mutlu olamaz mı? Yeteri kadar sanayi işi üretmeden, sanayide çalışabilecek eğitimleri vermeden, bu insanları üretimden, yaptıkları ekonomik faaliyetten koparmak ne kadar doğru acaba?
İnsanımız, burada da girişimciliğiyle kendi sorunlarına çareleri üretmiş. Toplumumuz bu tür durumlarda liderlerini sıklıkla kendi içinden çıkarabiliyor. SS Tire Süt Kooperatifi Kurucusu ve Ulusal Süt Konseyi ikinci başkanı Mahmut Eskiyörük ve yaptığı işlere hayran kaldım. (*) Birlikten kuvvet doğar fikrinin çok başarılı bir örneğini oluşturmuş. Kendisi 2000 üyeli bir kooperatifin kurucusu ve başkanı. Süt denildi mi akla gelen ilk isimlerden biri. Kurduğu sistemle küçük üreticilerle, kaliteli süt ve süt ürünleri üreten bir model oluşturmuş, girdi maliyetlerini düşürmüş, fabrikalar kurarak ürünlerin en iyi şekilde değerlendirilmesini sağlamış. Böylece iki ineği olan bir üreticinin de geçimini temin etmesini sağlamış.
Özetle söylemek gerekirse, tarım sektörümüzün bilinçlenme düzeyi ve hareketliliği bizi etkiledi. Tarımda bir çıkış yaşayabiliriz. Sektörün temsilcileri her türlü yeniliği kullanmaya yatkınlar. Tarımda üretimi artırmanın yanında, ürünlerini en karlı şekilde satmanın, dünya pazarlarına açılmanın yolu olarak e-ticaretten yararlanmayı ciddi şekilde dğerlendiriyorlar. Bizim gibi sektör temsilcilerine de böyle eğitici toplantıları daha çok düzenleyerek onların önünü açmak düşüyor.
Sağlıcakla kalın...
(*) http://www.tiresutkoop.org
21 Mart 2010 Pazar
İstanbul Boat Show’un Ardından


Sessiz sedasız Dünyada liderliğe oynayan bir sektörümüz oluştu. Yat tasarımı ve imalatı hem iş hacmi, hem de nitelik açısından Dünya çapında rekabetçi bir sektör haline gelmiş durumda. Hollanda, ABD, İtalya ile birlikte ilk dört içindeyiz. Artan petrol fiyatlarının yarattığı Rus ve Arap zenginleri, lüks yat piyasasını roketledi ve Türkiye bundan faydalanarak çok ciddi bir atılım yaptı. Ekonomik kriz tüm sektörler gibi bu sektöre de büyük bir darbe vurdu ama, elde edilen ilerlemeler geri döndürülemeyecek boyutta.
Evet, bu sektörde de imalat sürecinde büyük oranda el işçiliği gerekiyor. Ancak yat inşa sektöründe ulaşılan iş modeli, dışarında verilen planların ucuz emek ile inşasını çoktan aşmış. Türkiye teknolojisi, imalatı ve pazarlaması ve markaları ile pazara ağırlığını koyuyor. Girişimcilerimiz tutkuyla, sevgiyle sarılmışlar işlerine. Başarı da geliyor doğal olarak...
İstanbul’daki Boat Show’a her yıl giderim. Bu fuar, eskiden yurtdışında yapılan yatların Türk zenginlerine sunulduğu, gerçek bir lüks gösterisiydi. Oysa son birkaç yıl içerisinde yerli firmalarımız üretimleriyle, yabancı müşterilerin de alıcı olarak geldikleri gerçek bir pazar yerine döndü.
Türkiye’de ciddi bir yan sanayinin geliştiğini, bu firmaların hemen hepsinin kendilerini küresel bir firma olarak konumlandırdığını gördüm. Bursa Orhangazi’de artık kendine ait özgün tasarımlarla üretim yapan Kıraça Holding’e bağlı Azzure’den, İstanbul Davutpaşa’dan tüm Dünyaya’ya olağanüstü çapalar satan Boyut Marine’e kadar irili ufaklı birçok firma ürünlerini büyük bir özgüvenle sergilediler. Hem, Sanko Holding’e bağlı Vicem şirketi’nin Antalya’da yaptığı lüks yatlara tüm dünyadan gelen sipariş geldiğini öğrendik; hem de Çorlulu bir girişimcinin ürettiği Sensei adlı küçük yelkenli teknenin, Amerika’daki Annapolis fuarında kendi kategorisinde en başarılı ürün seçildiğini. Fuarda tümüyle yerli tasarım ve imalat teknelerin haricinde, şişme botlar, iç mimari ve döşeme, balıkçı tekneleri ve çeşitli yan ürünleri gördüm. Birçoğunda işçilik ve üretim kalitesine hayran kaldım.
Teknelere çapa üreten Boyut Marine’den özellikle bahsetmek istiyorum. Çok nefis bir metal işçilikleri vardı ama önemli olan belki 100 yıldır önemli bir yenilik göremeyen çapa tasarımına getirdikleri önemli yeniliklerdi. Bir çeşit “hacıyatmaz “ olan bu çapa, dibe ne şekilde düşerse düşsün, zinciri çekildikçe aynı konumu alıyor ve her zaman tutuyor. Tutmayan demirlerin tehlikelerini yaşamış olanlar bunun önemini takdir ederler.
Firma sahibi bize ürününü her kıvrımının üzerinde en az 5 dakika konuşarak büyük bir gururla anlattı. Doğrusu bu firmada gördüğüm imalat inceliği ve hassaslığı göğsümü kabarttı. Eskiden böyle demoları Alman’lardan alırdık. Teknem olsaydı hemen bir tane alırdım doğrusu...
Firma sahibi bize bazı yabancı dergilerde ürünleri hakkında çıkan eleştiri ve testleri gösterdi. Düşünün, Istanbul Topkapı’da bir Türk KOBİ'sinin ürünleri kendi markasıyla Amerika’dan Almanya’ya, oradan İtalya’ya dergilerde inceleniyor, övgüler alıyor. Getirilen tek eleştiri ise çok pahalı olması. Doğrusunu söylemek gerekirse bir Türk Malı’nın pahalı olarak anılması yine gururumu okşadı.
Birşeylerin yavaş yavaş değişmeye başladığını görüyoruz. Yüksek girişimcilik potansiyelimiz, bilinçli girişimciliğe dönüştükçe fark yaratıcı ve kalıcı bir gelişime yol açıyor. Kimbilir? 10-20 yıl sonra vapur satıcılarımız bir malı sunarken öğünerek “Abla bu yerli mal” der, belki.
Bu olay bana başka birşey daha hatırlattı. Türk imalatçı kobileri olarak sizler, binlerce farklı cephede binlerce farklı, ilginçliğe, yaratıcılığa ve başarıya imza atıyorsunuz. Bize bunları yazın, tüm üyelerimizle ve okurlarımızla paylaşalım. Tanıtalım, gurur duyalım, örnek olalım. Diğer girişimcilerimize ve gençlerimize ilham verelim ki, bu köşede çok değindiğimiz “KOBİ AYDINLANMASI gerçek olsun.
Yenilikçi, yüksek katma değerli bir sanayi altyapısına ve kobilerimizin başarısıyla ulaşacağımıza inancımızı koruyoruz...
5 Mart 2010 Cuma
Internet Kullanımında Dünya Lideriyiz!
Türkiye, sessiz sedasız, Internet kullanımında, Dünya’da liderlik konumuna yerleşmiş durumda. Buradan Internet ve bilişim teknolojilerini geliştiren, bundan milyarlarca dolar kazanan bir sektörümüz olduğu, bir milyon gencimize yüksek ücretli istihdam sağladığımız anlaşılmasın. Olan biten sadece şu: Türkiye Dünya’da en çok Facebook kullanan üçüncü ülke konumuna gelmiş durumunda. FriendFeed’de ise dünya lideri imiş. MSN, MySpace kullanımında, ilk beşin içindeyiz. Dünyayı hayretler içinde bırakan bu gelişmenin arkasında ne var? Faydası ne? Zararı var mı? Bu durum geleceğimiz açısından bir fırsat içeriyor olabilir mi? Bunu incelemeye çalışacağım.
Türkiye İnternet başında geçirilen zaman açısından da ayda 30 saat ile Kanada ve ABD’nin arkasından dünya üçüncü olmuş. Sanki vatandaşın işi gücü yok, vaktini İnternet başında gevezelikle, oyun oynamakla geçiriyor.
Bu kanı çok da yanlış değil. Internet kullanımımızdaki kalitesizliği gösteren verilerden biri Google’da yapılan aramalar. Türkiye İnternet pazarının büyümesinden çok memnun olan Google, ülkemizde en çok aranan sözcüklerin ortalama terbiye kuralları içinde açıklanamayacağını söylüyor.
Bu olgunun toplumumuzun yeniliklere açık olduğunu göstermesi nedeniyle olumlu bir yorumu da yapılabilir. Nitekim Internet üzerinden yapılan e-ticarette de Türkiye, Avrupa’dan hızlı büyüyor. Avrupa’nın yaşlı nüfusu nedeniyle, tutucu ve yeniliklere kapalı olduğu doğru; ancak, Türk toplumunun da yeniliklere uyum sağlama konusundaki becerisini de görmek ve takdir etmek lazım. Zaten Türkiye büyük zıtlıkların ve çelişkilerin ülkesi...
Yeniliklere adapte olma açısından benzsersiz bir toplumuz. Peki şu yenilikleri ortaya çıkaran niye biz olamıyoruz? Bu konuda da olumlu gelişmeler var. Internetin ulaştığı düzey, bu tür girişimlere para yatıran Venture Capital (risk sermayesi) şirketlerinin de dikkatini Türkiye’ye çekmiş durumda. Yerli risk sermayesi şirketlerinin de kurulduğunu ve bazı projeleri desteklediğini öğreniyoruz. Umarız yakın bir gelecekte birçok Internet girişimi kurulur ve başarılı olur.
Internet kullanımında ve e-ticaretteki artışın nedenlerinden biri de Türkiye’de kredi kartlarının yaygınlığı ve yoğun kullanımı. Bu olgu, tüm Türk işletmelerine önemli fırsatlar sunuyor. Türkiye’de e-dönüşüm süreci, özellikle komşu ülkelere göre daha hızlı ilerliyor. Bu süreç Türkiye’yi Avrasya bölgesindeki en modern ekonomilerden biri haline gelebilir.
Bir örnek vermek gerekirse, iş ortağımız Tarımsal Pazarlama, e dönüşüme en uzak olduğu düşünülen çiftçimize, iş süreçlerini elektronik ortama taşıtmayı başarmış. Bugün üreticimiz tarımsal araç ve gerecini elektronik ortamda almayı, ürününü, koyununu, keçisini, sütünü elektronik ortamda satmayı öğrenmiş. Olay o noktaya varmış ki, Vodafone ile yapılan işbirliği sayesinde çiftçiye tarlasına, bahçesine özel hava durumu bilgisi, hallerdeki ürün fiyatları gibi bilgiler cep telefonuna mesaj olarak gönderiliyor. Böyle sofistike bir ortam nerede var Allahaşkına?
Internetin teknolojisini biz geliştirmemesek de kullanımını kalkınmamızın lehine çevirmekte çok büyük şansımız olduğu görülüyor. Zaten biz de Diyalogo’yu bunun için kurduk. Ancak halkımızın ve özel sektörümüzün bu büyük hızına devletimizin kurumları yetişemiyor. E-devlet portalı ile vatandaşın yapabildiği işler çok kısıtlı. Yıllardır beklenen e-fatura yönetmeliği hala çıkarılamadı. Elektronik imza kanunu çıkalı altı yıl oldu, uygulamalar bir türlü devreye giremedi. Çünkü kurumlar hiyerarşik örgütlenmeye alışmış, yetkilerinin ve güçlerinin ellerinden gideceği korkusuyla vatandaş- devlet ilişkisinin süreç ve sistem mühendisliği kurallarına göre yeniden tasarlanmasına ayak diriyor.
Modern 21.yüzyılın Türkiye’nin tasarlanmasında İnternetin çok büyük bir önemi olduğu açık. Bireysel olarak bu çağı yakalamışız gibi görünüyor. Ancak İnterneti ülkemizin ve halkımızın yararına kullanabilmek için biraz daha planlı çalışmamız gerekiyor. Yoksa ülkemiz sadece bu teknolojilerin sorgusuz sualsiz müşteri bulabildiği bir pazaryeri olmaktan ileri gidemiyor.
Sağlıcakla kalın...
22 Aralık 2009 Salı
Kümelenme: Yerelliğin Yarattığı Rekabet Gücü
Michael Porter’a göre küme; ortak ve tamamlayıcı yönleriyle ilişkili, belirli bir coğrafi yakınlığı bulunan, karşılıklı olarak bağlantılı şirketler ve destekleyici kurumlardan oluşan bir
gruptur. Bu akademik tarifi, “belli bir bölgede birbirini tamamlayacak şekilde yoğunlaşan işletmelere ve bu işletmelerin oluşturduğu ağa küme denir” diyerek basitleştirmeye çalışalım. Hepimizin günlük yaşamımızdan bildiğimiz bir gerçektir: aynı iş kolundan birbiriyle rekabet etseler dahi firmaların yan yana olması pazarı büyütür. Kasaplar çarşısı, urgancılar çarşısı, bakırcılar çarşısı, kuyumcular çarşısı gibi bir araya gelmeler kümelenmenin ilk örneklerindendir.
Çağdaş anlamdaki kümelenme ise bir araya gelen rakip veya iş ortağı işletmelerin arasında global düzeyde aşılamayacak bir işbirliğini gerektirir. Başarılı bir kümelenmede şirketler, yan sanayileri, tedarikçi ve dağıtıcıları, devlet organları ve eğitim kurumları ile oluşturulan bölgeye özgü girift bir işbirliği ağı global düzeyde aşılamayacak rekabet avantajları yaratabilir. Amerika’daki Silikon Vadisi bu konudaki en çok bilinen örnek olmakla birlikte, Türkiye’deki küçük üreticiler için örnek teşkil edebilecek olan İtalya’daki ayakakabı üreticilerinin kümelenmeleridir. İtalyan ayakkabı sanayii, çok küçük aile işletmelerin bir araya gelmesiyle küresel bir rekabet avantajının nasıl yaratıldığının en güzel örneğidir.
Ticaret duvarlarının kalktığı, artan iletişim ve ulaşım olanakları ile, tümüyle tek pazar haline gelmiş günümüz Dünya’sında yerelliğe yapılan bu vurgu çelişki gibi görülebilir. Porter’a göre kümelenme maliyetleri düşürür, verimliliği artırır, bilgi üretimini, yenilenmeyi ve inovasyonu sürükler. Başarılı bir kümelenme bölgeye yeni işletmeleri çağırarak, tamamlayıcı başka işlerin kurulmasıyla rekabet gücünü ve gelişimi sürekli kılar. Coğrafi vekültürel yakınlık, küme içindeki ilişkilerin sıklaşmasına ve kompleks hale gelmesini sağlar, bu uzak bir ülkeden hiçbir şekilde taklit edilemeyecek bir maliyet ve rekabet avantajı getirir.
Kümelenmenin ne olmadığını da anlatmak; birbiriyle konuşmayan, birbiriyle iş ilişkisi içinde olmayan öbeklenmelerin de kümelenme olmadığını söylemek zorundayız. Bizde öbeklenmeler çoğunlukla taklit amaçlıdır. Bir konuda başarılı bir iş açan kişinin yanın,a hemen hemen aynısı açılır, ölümüne fiyat rekabeti yapılır; sonuçta sinerji değil, bir yıkım oluşur. İtalya’daki küçük ayakkabı üreticileri, çok küçük işletmeler olmalarına rağmen kurdukları birliklerle ve işbirlikleri ile tüm Dünya’ya karşı bir büyük işletme gibi davranabilmektedirler. Bizdeki işbirliği kültürünün zayıflığı kümelenmelerin başarısını zayıflatmaktadır.
Bizim Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bana anlatılan bir hikayeye göre, bir zamanlar, üç sanayicimiz İspanya’daki aynı tedarikçiden aynı hammaddeyi satın alıyorlarmış, ama birbirlerinden haberleri yokmuş. Doğu Karadeniz Bölgemiz Dünya’nın en büyük fındık üreticisi ama buna yönelik olarak bir kümlenme yok, bu konudaki tek sanayi kuruluşu ve geliştirilmiş marka olan Sagra bile yıllarca atıl ve kimsesiz kaldı. İşlenmeden satılan fındığın çuvalının hammaddesi Pakistan’dan, fiyatı İsviçre’den geliyor.
Kümelenme konusunu “Antalya’da Yenilikçilikle Yerel Kalkınma” başlıklı yazımda dile getirmiş, Antalya’da bir tarımsal kümelenmenin oluşmaya başladığını, bu bölgenin ülkemizin en ileri, yüksek katma değerli tarım bölgesi haline geldiğini belirtmiştim. Yerel kalkınma başarılı bir kümelenme olmadan gerçekleşmemektedir. Bu nedenle Türkiye’ni Doğu ve Güneydoğu’sunda yapılan yatırımlar, bir kümelenme projesi dahilinde yapılmadığı için başarılı olamamıştır.
Artık ülkemizde de kümelenme projeleri rastlantıya ve zamana bırakılmamakta ve devlet politikaları belirleyen ve yönlendiren bir kurum olarak liderliği ele almaktadır. “Almaktadır”, diyorum da, siz yine de “almalıdır” diye alın. Ben iyi projelendirilmiş, bütçesi belirlenmiş, halkla iletişimi iyi yapılmış bir bölgesel kalkınma ve kümelenme projesi duymadım.
Ülkemizde Devlet, sanayi ve ticaret odaları ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla birçok kümelenme projesi konuşulmakta, ya da geliştirilmektedir. Küçük bir internet araştırmasıyla kendi bölgenizde veya kendi iş kolunuzla ilgili kümelenme projeleri hakkında bilgi alabilirsiniz. Kümelenme teorisi ve ülkemizdeki uygulamaları hakkında çalışmalarını beğeniyle izlediğim bir sivil toplum kuruluşunu, Ulusal Rekabet Araştırmaları Kurumunu (URAK) www.urak.org.tr sitesinden takip etmenizi, oradaki makaleleri okumanızı tavsiye ederim.
Ülkemizin en büyük sorunu işsizlik sorunudur. Ülkemizde bilgi var, sermaye var, oldukça iyi düzeyde bir altyapı da var. Taklide dayalı sanayileşmeyle kalkınma vizyonumuz, Çin’in Dünya pazarlarını altüst etmesiyle tarihe gömüldükten sonra, yeni iş yerleri açamaz, yatırım yapamaz olduk. Yeni sanayi yatırımlarının rekabetçi olamayacağını görüyor, bu nedenle sermayemizi, hizmet sektörüne, kısmen enerjiye( teknolojisine değil ama) , emlaka, uzun vadede verimsiz alanlara yatırıyor, zamanımızı ve ulusal kaynaklarımızı boşa harcıyoruz.
Bu olgu bile sorunun rekabetçilikte yattığını anladığımızı gösteriyor. Ancak rekabetçilik beklemekle edinilecek birşey değildir. Firmalar, sektörler, bölgeler ve ülke çağında rekabet stratejileri geliştirmek zorundayız. Rekabetçiliği kazanmakta kümelenmenin, bölgesel işbirliğinin gerekliliğini görmek ve anlamak, zorundayız. Bu konuda başta devlet olmak üzere, özel sektörden, sivil toplum kuruluşlarından liderlere ihtiyaç vardır.
“Rekabetçiliğimiz komuşumuzla ilişkimizin düzey ve kalitesinden geçmektedir” diyelim, ve bu konuyu burada bitirelim.
Bir sonraki konumuzda görüşmek üzere hepinize sağlıklı ve mutlu bir Yeni Yıl diliyorum.
30 Kasım 2009 Pazartesi
Michael Porter’den Rekabet Stratejisi Derslerine Devam
Stratejinin basit olarak sözlük anlamı bir amaca ulaşmak için tutulacak yoldur. Porter hocaya göre, bir işletme için rekabet stratejisi, işletmeyi rakipsizliğe ve benzersizliğe yönlendirebilecek düşünceler bütünüdür. Porter’a göre en iyi olmak değil, tek ve benzersiz olmak önemlidir.
Bir şirketin hedefi yapılan yatırıma makul ve sürdürülebilir getiriler elde etmektir. Stratejik düşünce öncelikle doğru ve gerçekçi mali hedefleri tespit etmekle başlar. Ulaşılması çok güç ve yanlış hedefler çalışan bir strateji ortaya konulmasını baştan imkansız kılar.
Stratejinin başlangış notktası içinde çalıştığınız sektörün incelemesi ile başlar. Bir şirketin rekabet gücü içinde çalıştığı sektörün dinamiklerine ve işletmenin o sektör içinde kendine özgü konumuna bağlıdır. Stratejik konumu belirleyen unsurların arasında rakip firmalarla olan ilişkiler, tedarikçilerin pazarlık gücü, müşterilerin pazarlık gücü önemli konulardır. Satınalma gücümüz ve satıştakı gücümüz kar marjımızı belirler. Sektöre girmeye niyetli olan firmalar veya sektörün üretimini ikame edebilecek ürünler geliştiren diğer sektörler de ana tehdit unsurlarıdır. Strateji ortaya dökmeden önce bu başlıklar altında sektörümüzü incelemek zorunludur.
Kafa kafaya, müsabaka stratejisi, rekabet stratejisi değildir. Böyle bir rekabet sıfır toplamlı bir oyundur; bir kazanan olması durumunda diğerleri kaybetmek zorundadır. Müsabaka ortamında tüm sektör büyük zarar görür. Oysa rekabet stratejisi bir kazanan olması için bir de kaybeden olmasını gerektiren sıfır toplamlı bir oyun değildir. Rekabet stratejisinde dikkat değer yaratmaya verildiği için birden fazla kazanan olur; rekabet sektörü genişletir, düzeyini yükseltir.
Operasyonel etkinlik, bir firmayı sektöründe en iyi yapabilecek teknik beceriler edinmek gibi çalışmalar strateji değildir. Kısacası başkasının zaten yaptığı bir işi daha iyi yapmak bir strateji değildir. Stratejik konumlama başka ihtiyaçları karşılamak için, başka işler yapmak demektir.
İyi bir rekabet stratejisi aşağıdaki koşulları sağlamalıdır:
• Rakipsiz ve benzersiz bir değer önerisi olmalıdır.
• Kendine özgü ve farklı bir değer zinciri tarif edilmelidir. Malın tedarikten, son kullanıcıya kadar takip ettiği yol üzerinde bizi benzersiz kılacak, karımızı artıracak maliyetimizi düşürecek yöntemlerimiz olmalıdır.
• Stratejimiz nelerin yapılmayacağını da baştan net ifade etmelidir. Müşterilerimizin hangi isteklerine olumsuz yanıt vereceğimizi bilmek hangi sorulara olumlu yanıt vereceğimizden daha önemlidir.
• Rekabet avantajını sürekli kılabilecek tedbir ve yöntemler belirlenmelidir.
Porter’in stratejinin uygulanması konusundaki önerilerini de aktararak konuyu tamamlayalım: :
• Stratejik farklılık ve benzersizlik rakiplerin takip ve taklitleriyle sürekli azalır. Çalışmaları bu konumu sürekli bir şekilde elde tutabilecek önlem ve açılımlara yönlendirmek gereklidir.
• Hedef müşteri kitlesini genişletmekten çok varolan müşteri kitlesi ile ilişkileri derinleştirmeye önem verilmelidir.
• Büyüme aynı stratejik konumlama ile başka coğrafyalara açılınarak yapılmalıdır.
• Pazarı büyütücü çalışmalara öncelik verilmelidir.
Yeteri kadar basitleştirdiğimi düşünüyorum ama hocanın konuşmasını da anlamından uzaklaştıracak şekilde sulandırmaktan da çekindim. Yorumlarınız veya sorularınız olursa konuyu daha da anlaşılabilir kılabiliriz. “Toplumsal refahımız, işletmelerimizin başarısına, işletmelerimizin başarısı ise doğru bir stratejinin doğru uygulanmasına bağlıdır” diyelim ve bitirelim.
Sağlıcakla kalın.
21 Ekim 2009 Çarşamba
Rekabet Avantajı için Strateji
Bu köşeyi takip edenler rekabetçilik konusuna oldukça fazla değindiğimi bilirler. Çünkü ben Türkiye’nin -AB ile Gümrük Birliği ile elde ettiği- rekabet avantajını, Çin’in Dünya piyasalarına nüfuzu ile gittikçe kaybettiğini ve yeniden kazanmak için de önemli bir strateji geliştiremediğini düşünüyorum. Bu konuyu Diyablog’da defalarca işledim... Doğrusu, Michael Porter ile birçok konuda aynı görüşte olduğumuzu görmekten büyük bir mutluluk duydum.
“Eğer Türkiye bir şirket olsaydı, hissesine yatırıp yapar mıydım? Cevabım, ‘Evet, kesinlikle’ olurdu”, diye söze başladı ünlü profesör. Türklerin fırsatları iyi değerlendiren, çalışkan, esnek, hızlı ve becerikli tüccarlar olduğunu kaydederken, günümüzün rekabet ortamında bunun yetmediğini, başarı için rakipsizliği hedefleyen bir strateji izlenmesi gerektiğini ifade etti.
Konuşma çarpıcı ifadelerle devam etti : “Gelişen olgulara en uygun tepkileri veriyor olmak, en iyi olmaya çalışmak, başkalarının kurduğu bir oyunda yenilmemek için çabalamaktan başka birşey değildir. Daha çok çalışmak değil, daha akıllı çalışmak gerekli...
Önemli olan rakibinizin giremeyeceği bir oyunu kurmanız ve onu oynamanız. Çok alana dağılacağınıza bir alanda rakipsiz olun. Gözünüzü dışa açın, kalıcı başarı sınırların ötesinde. Komşu ülkelerden başlayarak, bölgesel pazarlarda lider olun; oralardan dünya pazarlarına açılın. Türkiye kendini ve bölgesini geliştirerek, bir ‘Dünya Lideri’ olabilir”
İş yaşamında kısa vadeli başarılarla avunmaktan vazgeçip, ülkece, sektörce ve şirketce yeni ve büyüme potansiyeli yüksek alanları seçmek, bu alanlarda güçlü konumlar hedefleyen uzun vadeli stratejiler geliştirmek lazım. Logo pazar liderliğini büyük bir rakibin olmadığı bir alanda, yıllarca dirayetle çalışarak elde etti. Bugün de sektördeki konumunu korumasının en temel nedeni, artık, cebine parasını koyan herhangi bir rakip tarafından kopyalanamayacak bir rekabet avantajı elde etmesinde yatıyor.
Türkiye’de iş yaşamında taklitçilik ve kolaycılık çok yaygın. Bazı büyük holdinglerimiz bir yabancı fast-food zincirinin temsilciliğini aldıklarında içim acıyor, çok üzülüyorum. Kendilerine emanet edilen kaynakları verimsiz alanlarda tüketiyorlar. Bunun yanında dünya çapında başarılara imza atabilecek yaratıcı KOBİ’ler ne yatırımcı ne de kredi bulabilirken, bazı KOBİ’lerimiz de birbirinin taklidi yatırımlarla devlet teşviklerini, kendi sermayelerini heba ediyorlar.
Türkiye’nin en büyük sorunu işsizlik. 2001 krizinde işten çıkarılan işgücü tümüyle üretime dönemeden, yeni bir kriz nedeniyle daha da fazla insanımız üretimden koptu. Michael Porter, rekabet üstünlüğü olan işletmeler kurmadan büyümeye geçemeyeceğimizi, işsizliği düşüremeyeceğimizi söylerken, bir ülkenin kalkınması için kadınlar dahil çalışabilecek tüm nüfusun ekonomik faaliyetlere katılımının gerekli olduğunu vurguladı.
Biraz yumurta, tavuk hikayesi gibi ama, şapkayı önümüze koyup düşünmenin zamanıdır. Kara kara değil, umutla ve akılla...
6 Ekim 2009 Salı
Atılım zamanı |
e eksik, yanlış bilgilerini düzeltmeye davet ediyoruz. Doğru girilen ve çekici bir fotoğrafla desteklenen ürün bilgilerinin “Türkiye’nin iç pazar Alibaba’sı olan” www.diyalogo.com daki iş başarınızı artıracağını hatırlatmak istiyoruz. |