Sayfalar

22 Aralık 2009 Salı

Kümelenme: Yerelliğin Yarattığı Rekabet Gücü

Son iki yazımızı Michael Porter’un oluşturmuş olduğu Rekabet Teorisi üzerine ayırmıştık. Değerli Gaziantepli üyemiz Bilal Ekmekci’nin uyarısı üzerine, üstadın yeteri kadar değinmediğimiz -biz KOBİ’ler için çok önem arzeden- “kümelenme” kavramını da inceleyerek bu konuyu hakkınca tamamlamış olalım.

Michael Porter’a göre küme; ortak ve tamamlayıcı yönleriyle ilişkili, belirli bir coğrafi yakınlığı bulunan, karşılıklı olarak bağlantılı şirketler ve destekleyici kurumlardan oluşan bir
gruptur. Bu akademik tarifi, “belli bir bölgede birbirini tamamlayacak şekilde yoğunlaşan işletmelere ve bu işletmelerin oluşturduğu ağa küme denir” diyerek basitleştirmeye çalışalım. Hepimizin günlük yaşamımızdan bildiğimiz bir gerçektir: aynı iş kolundan birbiriyle rekabet etseler dahi firmaların yan yana olması pazarı büyütür. Kasaplar çarşısı, urgancılar çarşısı, bakırcılar çarşısı, kuyumcular çarşısı gibi bir araya gelmeler kümelenmenin ilk örneklerindendir.

Çağdaş anlamdaki kümelenme ise bir araya gelen rakip veya iş ortağı işletmelerin arasında global düzeyde aşılamayacak bir işbirliğini gerektirir. Başarılı bir kümelenmede şirketler, yan sanayileri, tedarikçi ve dağıtıcıları, devlet organları ve eğitim kurumları ile oluşturulan bölgeye özgü girift bir işbirliği ağı global düzeyde aşılamayacak rekabet avantajları yaratabilir. Amerika’daki Silikon Vadisi bu konudaki en çok bilinen örnek olmakla birlikte, Türkiye’deki küçük üreticiler için örnek teşkil edebilecek olan İtalya’daki ayakakabı üreticilerinin kümelenmeleridir. İtalyan ayakkabı sanayii, çok küçük aile işletmelerin bir araya gelmesiyle küresel bir rekabet avantajının nasıl yaratıldığının en güzel örneğidir.

Ticaret duvarlarının kalktığı, artan iletişim ve ulaşım olanakları ile, tümüyle tek pazar haline gelmiş günümüz Dünya’sında yerelliğe yapılan bu vurgu çelişki gibi görülebilir. Porter’a göre kümelenme maliyetleri düşürür, verimliliği artırır, bilgi üretimini, yenilenmeyi ve inovasyonu sürükler. Başarılı bir kümelenme bölgeye yeni işletmeleri çağırarak, tamamlayıcı başka işlerin kurulmasıyla rekabet gücünü ve gelişimi sürekli kılar. Coğrafi vekültürel yakınlık, küme içindeki ilişkilerin sıklaşmasına ve kompleks hale gelmesini sağlar, bu uzak bir ülkeden hiçbir şekilde taklit edilemeyecek bir maliyet ve rekabet avantajı getirir.

Kümelenmenin ne olmadığını da anlatmak; birbiriyle konuşmayan, birbiriyle iş ilişkisi içinde olmayan öbeklenmelerin de kümelenme olmadığını söylemek zorundayız. Bizde öbeklenmeler çoğunlukla taklit amaçlıdır. Bir konuda başarılı bir iş açan kişinin yanın,a hemen hemen aynısı açılır, ölümüne fiyat rekabeti yapılır; sonuçta sinerji değil, bir yıkım oluşur. İtalya’daki küçük ayakkabı üreticileri, çok küçük işletmeler olmalarına rağmen kurdukları birliklerle ve işbirlikleri ile tüm Dünya’ya karşı bir büyük işletme gibi davranabilmektedirler. Bizdeki işbirliği kültürünün zayıflığı kümelenmelerin başarısını zayıflatmaktadır.

Bizim Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bana anlatılan bir hikayeye göre, bir zamanlar, üç sanayicimiz İspanya’daki aynı tedarikçiden aynı hammaddeyi satın alıyorlarmış, ama birbirlerinden haberleri yokmuş. Doğu Karadeniz Bölgemiz Dünya’nın en büyük fındık üreticisi ama buna yönelik olarak bir kümlenme yok, bu konudaki tek sanayi kuruluşu ve geliştirilmiş marka olan Sagra bile yıllarca atıl ve kimsesiz kaldı. İşlenmeden satılan fındığın çuvalının hammaddesi Pakistan’dan, fiyatı İsviçre’den geliyor.

Kümelenme konusunu “Antalya’da Yenilikçilikle Yerel Kalkınma” başlıklı yazımda dile getirmiş, Antalya’da bir tarımsal kümelenmenin oluşmaya başladığını, bu bölgenin ülkemizin en ileri, yüksek katma değerli tarım bölgesi haline geldiğini belirtmiştim. Yerel kalkınma başarılı bir kümelenme olmadan gerçekleşmemektedir. Bu nedenle Türkiye’ni Doğu ve Güneydoğu’sunda yapılan yatırımlar, bir kümelenme projesi dahilinde yapılmadığı için başarılı olamamıştır.

Artık ülkemizde de kümelenme projeleri rastlantıya ve zamana bırakılmamakta ve devlet politikaları belirleyen ve yönlendiren bir kurum olarak liderliği ele almaktadır. “Almaktadır”, diyorum da, siz yine de “almalıdır” diye alın. Ben iyi projelendirilmiş, bütçesi belirlenmiş, halkla iletişimi iyi yapılmış bir bölgesel kalkınma ve kümelenme projesi duymadım.

Ülkemizde Devlet, sanayi ve ticaret odaları ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla birçok kümelenme projesi konuşulmakta, ya da geliştirilmektedir. Küçük bir internet araştırmasıyla kendi bölgenizde veya kendi iş kolunuzla ilgili kümelenme projeleri hakkında bilgi alabilirsiniz. Kümelenme teorisi ve ülkemizdeki uygulamaları hakkında çalışmalarını beğeniyle izlediğim bir sivil toplum kuruluşunu, Ulusal Rekabet Araştırmaları Kurumunu (URAK) www.urak.org.tr sitesinden takip etmenizi, oradaki makaleleri okumanızı tavsiye ederim.

Ülkemizin en büyük sorunu işsizlik sorunudur. Ülkemizde bilgi var, sermaye var, oldukça iyi düzeyde bir altyapı da var. Taklide dayalı sanayileşmeyle kalkınma vizyonumuz, Çin’in Dünya pazarlarını altüst etmesiyle tarihe gömüldükten sonra, yeni iş yerleri açamaz, yatırım yapamaz olduk. Yeni sanayi yatırımlarının rekabetçi olamayacağını görüyor, bu nedenle sermayemizi, hizmet sektörüne, kısmen enerjiye( teknolojisine değil ama) , emlaka, uzun vadede verimsiz alanlara yatırıyor, zamanımızı ve ulusal kaynaklarımızı boşa harcıyoruz.

Bu olgu bile sorunun rekabetçilikte yattığını anladığımızı gösteriyor. Ancak rekabetçilik beklemekle edinilecek birşey değildir. Firmalar, sektörler, bölgeler ve ülke çağında rekabet stratejileri geliştirmek zorundayız. Rekabetçiliği kazanmakta kümelenmenin, bölgesel işbirliğinin gerekliliğini görmek ve anlamak, zorundayız. Bu konuda başta devlet olmak üzere, özel sektörden, sivil toplum kuruluşlarından liderlere ihtiyaç vardır.

“Rekabetçiliğimiz komuşumuzla ilişkimizin düzey ve kalitesinden geçmektedir” diyelim, ve bu konuyu burada bitirelim.

Bir sonraki konumuzda görüşmek üzere hepinize sağlıklı ve mutlu bir Yeni Yıl diliyorum.

30 Kasım 2009 Pazartesi

Michael Porter’den Rekabet Stratejisi Derslerine Devam

Prof. Michael Porter’ın Turkcell’in davetlisi olarak Istanbul’da yaptığı sunumda Türk şirketlerine, ekonomiye yönveren özel ve kamu yöneticilerine önemli dersler vardı. Geçen yazıyı konferansta aldığım notlardan hazırlamıştım. Arada geçen sürede, konuşmanın tam metnini elde edebildim ve -Türk işletmelerinin ve ekonomimizin stratejik sorunlarına tam kalbinden yaklaşan- bu konuşmanın biraz daha detayını sizlerle paylaşmak istedim.

Stratejinin basit olarak sözlük anlamı bir amaca ulaşmak için tutulacak yoldur. Porter hocaya göre, bir işletme için rekabet stratejisi, işletmeyi rakipsizliğe ve benzersizliğe yönlendirebilecek düşünceler bütünüdür. Porter’a göre en iyi olmak değil, tek ve benzersiz olmak önemlidir.

Bir şirketin hedefi yapılan yatırıma makul ve sürdürülebilir getiriler elde etmektir. Stratejik düşünce öncelikle doğru ve gerçekçi mali hedefleri tespit etmekle başlar. Ulaşılması çok güç ve yanlış hedefler çalışan bir strateji ortaya konulmasını baştan imkansız kılar.

Stratejinin başlangış notktası içinde çalıştığınız sektörün incelemesi ile başlar. Bir şirketin rekabet gücü içinde çalıştığı sektörün dinamiklerine ve işletmenin o sektör içinde kendine özgü konumuna bağlıdır. Stratejik konumu belirleyen unsurların arasında rakip firmalarla olan ilişkiler, tedarikçilerin pazarlık gücü, müşterilerin pazarlık gücü önemli konulardır. Satınalma gücümüz ve satıştakı gücümüz kar marjımızı belirler. Sektöre girmeye niyetli olan firmalar veya sektörün üretimini ikame edebilecek ürünler geliştiren diğer sektörler de ana tehdit unsurlarıdır. Strateji ortaya dökmeden önce bu başlıklar altında sektörümüzü incelemek zorunludur.

Kafa kafaya, müsabaka stratejisi, rekabet stratejisi değildir. Böyle bir rekabet sıfır toplamlı bir oyundur; bir kazanan olması durumunda diğerleri kaybetmek zorundadır. Müsabaka ortamında tüm sektör büyük zarar görür. Oysa rekabet stratejisi bir kazanan olması için bir de kaybeden olmasını gerektiren sıfır toplamlı bir oyun değildir. Rekabet stratejisinde dikkat değer yaratmaya verildiği için birden fazla kazanan olur; rekabet sektörü genişletir, düzeyini yükseltir.

Operasyonel etkinlik, bir firmayı sektöründe en iyi yapabilecek teknik beceriler edinmek gibi çalışmalar strateji değildir. Kısacası başkasının zaten yaptığı bir işi daha iyi yapmak bir strateji değildir. Stratejik konumlama başka ihtiyaçları karşılamak için, başka işler yapmak demektir.

İyi bir rekabet stratejisi aşağıdaki koşulları sağlamalıdır:

• Rakipsiz ve benzersiz bir değer önerisi olmalıdır.
• Kendine özgü ve farklı bir değer zinciri tarif edilmelidir. Malın tedarikten, son kullanıcıya kadar takip ettiği yol üzerinde bizi benzersiz kılacak, karımızı artıracak maliyetimizi düşürecek yöntemlerimiz olmalıdır.
• Stratejimiz nelerin yapılmayacağını da baştan net ifade etmelidir. Müşterilerimizin hangi isteklerine olumsuz yanıt vereceğimizi bilmek hangi sorulara olumlu yanıt vereceğimizden daha önemlidir.
• Rekabet avantajını sürekli kılabilecek tedbir ve yöntemler belirlenmelidir.

Porter’in stratejinin uygulanması konusundaki önerilerini de aktararak konuyu tamamlayalım: :
• Stratejik farklılık ve benzersizlik rakiplerin takip ve taklitleriyle sürekli azalır. Çalışmaları bu konumu sürekli bir şekilde elde tutabilecek önlem ve açılımlara yönlendirmek gereklidir.
• Hedef müşteri kitlesini genişletmekten çok varolan müşteri kitlesi ile ilişkileri derinleştirmeye önem verilmelidir.
• Büyüme aynı stratejik konumlama ile başka coğrafyalara açılınarak yapılmalıdır.
• Pazarı büyütücü çalışmalara öncelik verilmelidir.

Yeteri kadar basitleştirdiğimi düşünüyorum ama hocanın konuşmasını da anlamından uzaklaştıracak şekilde sulandırmaktan da çekindim. Yorumlarınız veya sorularınız olursa konuyu daha da anlaşılabilir kılabiliriz. “Toplumsal refahımız, işletmelerimizin başarısına, işletmelerimizin başarısı ise doğru bir stratejinin doğru uygulanmasına bağlıdır” diyelim ve bitirelim.

Sağlıcakla kalın.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Rekabet Avantajı için Strateji

Turkcell çok faydalı bir iş yaptı: Dünya’da rekabet üstünlüğü üzerine en çok kafa yormuş kişiyi Harvard Üniversitesi profesörü Michael Porter’i Türkiye’ye getirdi. Biz de kitaplarından tanıdığımız bu önemli düşünürü Istanbul’da yakından dinlemek imkanına kavuştuk.

Bu köşeyi takip edenler rekabetçilik konusuna oldukça fazla değindiğimi bilirler. Çünkü ben Türkiye’nin -AB ile Gümrük Birliği ile elde ettiği- rekabet avantajını, Çin’in Dünya piyasalarına nüfuzu ile gittikçe kaybettiğini ve yeniden kazanmak için de önemli bir strateji geliştiremediğini düşünüyorum. Bu konuyu Diyablog’da defalarca işledim... Doğrusu, Michael Porter ile birçok konuda aynı görüşte olduğumuzu görmekten büyük bir mutluluk duydum.

“Eğer Türkiye bir şirket olsaydı, hissesine yatırıp yapar mıydım? Cevabım, ‘Evet, kesinlikle’ olurdu”, diye söze başladı ünlü profesör. Türklerin fırsatları iyi değerlendiren, çalışkan, esnek, hızlı ve becerikli tüccarlar olduğunu kaydederken, günümüzün rekabet ortamında bunun yetmediğini, başarı için rakipsizliği hedefleyen bir strateji izlenmesi gerektiğini ifade etti.

Konuşma çarpıcı ifadelerle devam etti : “Gelişen olgulara en uygun tepkileri veriyor olmak, en iyi olmaya çalışmak, başkalarının kurduğu bir oyunda yenilmemek için çabalamaktan başka birşey değildir. Daha çok çalışmak değil, daha akıllı çalışmak gerekli...

Önemli olan rakibinizin giremeyeceği bir oyunu kurmanız ve onu oynamanız. Çok alana dağılacağınıza bir alanda rakipsiz olun. Gözünüzü dışa açın, kalıcı başarı sınırların ötesinde. Komşu ülkelerden başlayarak, bölgesel pazarlarda lider olun; oralardan dünya pazarlarına açılın. Türkiye kendini ve bölgesini geliştirerek, bir ‘Dünya Lideri’ olabilir”

İş yaşamında kısa vadeli başarılarla avunmaktan vazgeçip, ülkece, sektörce ve şirketce yeni ve büyüme potansiyeli yüksek alanları seçmek, bu alanlarda güçlü konumlar hedefleyen uzun vadeli stratejiler geliştirmek lazım. Logo pazar liderliğini büyük bir rakibin olmadığı bir alanda, yıllarca dirayetle çalışarak elde etti. Bugün de sektördeki konumunu korumasının en temel nedeni, artık, cebine parasını koyan herhangi bir rakip tarafından kopyalanamayacak bir rekabet avantajı elde etmesinde yatıyor.

Türkiye’de iş yaşamında taklitçilik ve kolaycılık çok yaygın. Bazı büyük holdinglerimiz bir yabancı fast-food zincirinin temsilciliğini aldıklarında içim acıyor, çok üzülüyorum. Kendilerine emanet edilen kaynakları verimsiz alanlarda tüketiyorlar. Bunun yanında dünya çapında başarılara imza atabilecek yaratıcı KOBİ’ler ne yatırımcı ne de kredi bulabilirken, bazı KOBİ’lerimiz de birbirinin taklidi yatırımlarla devlet teşviklerini, kendi sermayelerini heba ediyorlar.

Türkiye’nin en büyük sorunu işsizlik. 2001 krizinde işten çıkarılan işgücü tümüyle üretime dönemeden, yeni bir kriz nedeniyle daha da fazla insanımız üretimden koptu. Michael Porter, rekabet üstünlüğü olan işletmeler kurmadan büyümeye geçemeyeceğimizi, işsizliği düşüremeyeceğimizi söylerken, bir ülkenin kalkınması için kadınlar dahil çalışabilecek tüm nüfusun ekonomik faaliyetlere katılımının gerekli olduğunu vurguladı.


Biraz yumurta, tavuk hikayesi gibi ama, şapkayı önümüze koyup düşünmenin zamanıdır. Kara kara değil, umutla ve akılla...

6 Ekim 2009 Salı

Atılım zamanı


Çeyrek asrı aşan iş yaşamını küçük ve orta işletmelerin başarısına adayan Logo Grubu, Diyalogo ile başlattığı e-ticaret hizmetlerine, Dünya’nın en büyük B2B (bir iş yerinden diğer bir iş yerine ticaretin kısa adı) portali olan Alibaba’yı da katarak KOBİ’lere sunduğu hizmetleri genişletti. Diyalogo ile işletme sahipleri ve çalışanlar birbirleriyle tanışır, iş yaparken Alibaba ile dış pazarlara açılındı.

Alibaba ile çok kısa bir zaman önce yaptığımız işbirliği iki taraf için de son derece verimli sonuçlar verdi. Alibaba’nın 10. yıl kutlamalarına ve arkasından yapılan iş ortakları toplantısına katılmak için Çin’e gittik. Bu köşe biraz seyahat yazıları köşesi gibi oldu ama Alibaba şirketini ve 21. yüzyılın süper ülkesi Çin’i biraz anlatmamız lazım.

Alibaba Çin’in orta çaplı şehirlerinden Hangzhou’da kurulmuş. 10 yıl önce kurulan şirket bugün büyük bir şirketler gurubu haline gelmiş. Grupta global piyasalara yönelik Alibaba.com B2B sitesini işleten şirketin yanında Çin iç pazarına yönelik, Taobao (eBay ve GittiGidiyor gibi bir açık artırma sitesi), AliPay (ödeme hizmetleri) ve Alisoft gibi başka şirketler yer alıyor. Grupta 16 bini Alibaba.com’da olmak üzere toplam 26 bin kişi çalışıyor.

Alibaba mucizesi, Internetin sunduğu imkanların iyi değerlendirilmesinin yanında, aslında Çin’in 20 yıldır sürekli -ihracat ağırlıklı KOBİ ekonomisi olarak- ve iki haneli rakamlarla büyümesinin sonucu. Hayran olmamak, kıskanmamak mümkün değil... Bu nedenle, Alibaba başarı hikayesinin başka bir ülkede yazılması pek olanaklı değil. Çin’in de Amerika gibi büyük iç pazarının yararlarını gördüğü bir gerçek. Alibaba Çinli üyelerin ödediği paralarla bir dev haline gelmiş ve sonra da Dünya’ya açılmış.

Alibaba’yı bilişim teknolojisi ile hiçbir alakası olmayan Jack Ma adlı bir İngilizce öğretmeni, Hangzhou şehrinde, yaşadığı apartman dairesinde 1999 yılında kurmuş. Gerekli sermayeyi Çin’de aramış, bulamayınca Japonya’nın yolunu tutmuş. Japonya’nın lider girişim sermayesi firması Softbank ona inanmış ve gerekli sermayeyi sağlamış. Softbank Türkiye’deki girişimlere de mali destek vermek için Türkiye’de de bir şube açmıştı, ama 2001 krizi nedeniyle kapatıp gittiler, bir daha da gelmediler.

Alibaba’nın büyümesinde Çin’in ihracat odaklı girişimci KOBİ’lerin büyük bir önemi var. Yıllarca özel ticari girişimi yasaklamış olan komünist rejim, Çin halkının girişimciliğini öldürmemiş, çalışkanlığını törpüleyememiş. Bu çalışkanlığı ve girişimciliği diğer eski sosyalist ülkelerin halklarında pek göremiyoruz. Bu tür detaylara burada pek girmek istemiyorum. Çin ve diğer ülkelere hakkındaki izlenimlerimi, fotoğraflarıyla birlikte, pek yakında www.diyarblog.blogspot.com adresindeki blogumdan aktaracağım.


Diyalogo olarak Alibaba’nın Türkiye’de satış miktarını artırmanın yanında, Türkçe verilen teknik ve ticari hizmetlerini ciddi bir şekilde geliştirmiş bulunuyoruz. www.alibaba.diyalogo.com Türkçe içerikle zenginleşti, Alibaba ile aklınıza gelebilecek bir çok sorunun yanıtını bu sitede bulabilirsiniz.

E-ticaret bambaşka bir çalışma biçimi. Buna yönelik çalışma biçimlerinin öğrenilmesi ve doğru uygulanması verimi ciddi şekilde artırıyor. Elektronik dış ticaret eğitim partnerimiz olarak Yorktrade (www.yorktrade.net) Alibaba’nın verimli kullanabilmesinin yollarını açıyor, sertifikalı dış ticaretçiler yetiştiriyor.

Kısa sürede sağladığımız başarı, zaten çok önemli görülen Türkiye’nin, Alibaba’nın Avrupa stratejisi için pilot ülke olarak seçilmesine vesile oldu. Alibaba’nın Avrupa sorumluluğu da, Türkçeye çok hakim olan, Türk kökenli bir İngiliz yönetici olan Kenan Ardalı’ya verildi. Türkiye’ye verilen önemin büyük olduğu, önümüzdeki süreci iyi değerlendirerek, Dünya’nın en büyük B2B pazarında işletmelerimizi daha etkin ve başarılı kılmalıyız.

Yavaş yavaş krizden çıkıyoruz. Bu süreçte biz de geleceğe yönelik çalışmalarımızı hızla sürdürüyoruz. Diyalogo’nun arge ekibi hiç durmadan çalışarak sitemizi sürekli geliştiriyor, üyelerimize sunan hizmetleri artırıyor. Önümüzdeki altı ay içinde birbirinden sürprizli projelerimizi kullanımınıza sunmuş olacağız.

Diyalogo’nun sizin ve bizim başarımıza katkısı olması için sizlerden de dileklerimiz var. Diyalogo’nun en çok bakılan sayfalarının ürün sayfaları ve ürün fotoğrafları olduğunu gözlemledik. Tüm üyelerimizi ürünlerini yerleştirmeye v

e eksik, yanlış bilgilerini düzeltmeye davet ediyoruz. Doğru girilen ve çekici bir fotoğrafla desteklenen ürün bilgilerinin “Türkiye’nin iç pazar Alibaba’sı olan” www.diyalogo.com daki iş başarınızı artıracağını hatırlatmak istiyoruz.

Bir pazar, orada bulunan iş sahipleri ve getirilen malın kalitesiyle gelişir....

Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere, şimdilik hoşçakalın.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Komşuyla Ticaret

Mayıs ayında yaptığımız İran gezisinden izlenimlerimi anlatacağımı söylemiştim. Tatil ve yazma tembelliği araya girdi. Biz seçim öncesi gitmiştik, ortam oldukça sakindi. Seçim sonrası ortalık karıştı. Herkes politika konuşurken, İran iş dünyası hakkında konuşmak, güncellikten uzak, abesle iştigal gibi göründü. Ama yine de sözümüzü tutalım ve gözlemlerimizi sizlerle paylaşalım.

İran’a Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) başkanı Dr. Tayfun Acarer’in başkanlığında, iki ülke arasında telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri konusunda yapılabilecek işbirliklerini görüşmek üzere gittik. Bizler, telekomünikasyon şirketlerinin üst düzey yöneticileri ve sektörel derneklerin başkanları olarak heyette özel sektörü temsil ettik.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, İran çok önemli ve büyük bir ülke. Türkiye olarak ülkemizin doğusunda yer alan herşeye karşı küçümseyici bir önyargı ile yetiştirildiğimizden, bu ülkeleri pek tanımıyor, öğrenmiyoruz. Oysa kültürel ve etnik bağlarımız var İran’la. Tahran’da hemen hemen her yerde Türkçe konuştuk. Türk kökenli Azerilerin nüfusun en az üçte birini teşkil ettiğini öğreniyoruz.

İran’ın telekomünikasyon teknolojisinde oldukça ilerlemiş ve kendine yeterli hale gelmiş olduğunu gördük. Cep telefonu bile üretiyorlar. İç pazarda oldukça etkin bir korumacılık ve teknolojik girişimlere devletin büyük bir desteği var. Türkiye yakında İran’dan bazı telekomünikasyon gereçlerini satınalmaya başlarsa hiç şaşmayın.

İran, Yunanistan gibi komşu ülkelerle ticarette en önemli sorunlardan biri, benzer gelişmişlik düzeylerine sahip olmamız, benzer ürünleri üretiyor ve benzer ürünleri alıyor olmamız nedeniyle alışverişin kolaylıkla başlayamaması. Herkesin satıcı olduğu bir ortamdan da kolay kolay iş çıkmıyor. Görüşmeler, iyiniyet konuşmalarına, kültürel muhabbetlere dönüşebiliyor. Üçüncü ülkelerde yapılabilecek muhtemel ortak girişimlerine değinilerek hiç olmazsa boşa konuşmayalım deniyor. Yunanistan görüşmelerinde böyle olmuştu. Orada Balkan’lardan ve Türki Cumhuriyetlerden bahsedilmişti. İran’da ise hakkında konuşulan ülke Irak oldu. İran’lı işadamları Irak’ı İran’ın yönettiğini ima ettiler. Irak’ta 1.5 milyon insanın ölümüne yol açan George Bush’a kına göndermek lazım.

İran tarım ve sanayide büyük atılım yapmış; ancak hizmet sektöründe alacakları çok yol var. Potansiyel olmasına rağmen turizm yok, otellerdeki hizmet düzeyi geri. Devletin iş yaşamındaki varlığı oldukça yüksek ve korumacılık her yerde ve zeminde hissediliyor. Pazarlarını kontrollü bir şekilde dış rekabete açmak istediklerini, yabancı yatırımı çekmek için çalıştıklarını söylüyorlar. Uluslararası tahkim mekanizmalarını tanımadıkları için, yapılan yatırımların ciddi riskleri olabiliyor. Türkiye’den İran’a yapılmış olan iki büyük hizmet sektörü yatırımı da maalesef hayalkırıklığı ve zararla sonuçlandı. Tahran havalimanını yapan TAV’ın ve Turkcell’in zararları büyük olmuş. Bu gelişmeler Türk iş aleminde İran’a karşı büyük bir güvensizlik oluşturmuş. Ancak bunun aşıldığını ve her boydan işletmenin İran’da iş yapmak için yollar araştırdığını görüyoruz.

Doğrusunu söylemek gerekirse bu iki projeye engel olmuşlar ama daha iyisini de yapamamışlar. TAV ve Turkcell ‘in Türkiye’de verdikleri hizmetin kalitesi İran’da şu anda ulaşılan düzeyin çok üstünde. Dış yatırımın ve rekabetin bir ülkenin gelişim düzeyine katkısını rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Bunun yanında biz korumacılık ekseninde öbür uçtayız gibime geliyor: “Neyimiz var neyimiz yok, düşünmeden varlıklarımızı yabancılara devredebiliyoruz” .

İran imalat sanayiine önem veriyor, iç pazarı koruyor, ama, amansız Çin rekabeti onları da zorluyor. Pazarlarını dış rekabete açtıklarında yerli firmaların çoğunun işinin çok zor olacağını düşünüyorum. Biz Türkiye’de çok ağır bir bedel ödedik ama kalabilen işletmelerimizin rekabet gücü çok fazla.

Logo’nun da üç dört yıldır İran’da ciddi projeleri oldu. Aradan geçen iki ayda tanıştığım bir çok kişinin İran pazarı ile ilgilendiğini ya da zaten bu pazarda olduğunu gördüm. Gebze Organize Sanayi Bölgesinden bir sanayici dostumuz İran’a ekmek makinaları satıyormuş. İran’da lavaş şeklinde ekmek yendiğinden çok büyük ekmek israfı oluyor, israfı azaltmak için bizim yediğimiz somun ve francala ekmek fabrikalarının kurulması için çok büyük teşvikler veriliyormuş. Biz sahip olduğumuz ekmek üretim teknolojimizle Alman firmalarının üçte bir fiyatına ekmek fabrikası kuruyormuşuz. Bizimkiler de yaman vesselam...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Sanayi Teşvik Paketi

Geçtiğimiz hafta ekonomide çok önemli bir gelişme oldu, kapsamlı bir sanayi teşvik planı açıklandı. Diyalogo üyeleri için önemli olduğunu düşündüğümden, bu konuya bir göz atmamız gerektiğine karar verdim. Geçen yazıda söz verdiğim İran izlenimlerini ise bir sonraki yazıma saklayalım. Hem bu arada İran’da seçimlerin sonuçları da alınmış olur, seçimleri değerlendiririz.

Bu teşvik paketini neden önemsedim?

Üretmeden kalkınılamayacağını farkettiği için.

Üretmeyi unutmuş olan Türkiye’de üretmeyi tekrar gündeme getirdiği için.

Cari açığımızın gerçek çözümünü hedeflediği için. İnsanlarımıza iş imkanlarının ancak sanayileşme ile sunulabileceğini anımsattığı için.

Ekonominin, insandan kopuk, faiz, döviz, borsa sanal dünyasından ibaret olmadığına dikkat çektiği için.

Üretimin tekrar gündeme gelmesine romantik bir umutla sarıldım sanki; paketin kaynağı nereden geliyor sorusunu sormaya kıyamadım.

Teşvik paketinde iki ana tema gözlemledim : birincisi, çok yıllardır unuttuğumuz ( ben yirmi yıldır dişe dokunur bir sanayi yatırımı hatırlamıyorum) büyük sanayi yatırımları, diğeri ise bölgesel gelişim farklılıklarını azaltacak tedbirler. Gelişmişlik düzeyine göre Türkiye dört bölgeye ayrılmış. Yatırımlar yerel katkı ve rekabet avantajı gözetilerek bölgelere göre farklı şekilde teşvik edilmiş. Paketin Türkiye’nin sosyo ekonomik sorunlarını doğru tespit ettiğinin hakkını vermek lazım.

Büyük proje yatırımları 12 başlık altında incelenmiş. Kimyasal madde üretiminden, motorlu kara taşıtlarına, elektronik sanayiinden, büyük madencilik işletmelerine kadar uzanan bir çok sanayi kolunda büyük yatırımlar teşvik edilmiş. Türkiye’nin en gelişmiş illerini barındıran Marmara bölgesinde yüksek teknoloji ve katma değeri yüksek sanayi yatırımları desteklenirken tekstil ve tarıma dayalı sanayi ise Doğu ve Güneydoğu bölgelerine yönlendirilmiş. Bu köşede çok değindiğimiz yazılım, bilişim ve yeşil teknolojilerden ise hiç bahsedilmemiş. Bu da paketin bakış açısının çok kısa vadeli olduğunu düşündürtüyor.

Bölgesel farklılıkların giderilmesiyle ilgili teşvikler son derece ilginç. Tekstil, konfeksiyon gibi sektörlerin en gelişmiş bölgelerden, en az gelişmiş dördüncü bölgeye nakli öngörülüp, desteklenmiş. Devlet tekstil işini az gelişmiş bölgelere taşıyan iş sahiplerinin masraflarını ödemenin yanında, uzun süreli sosyal güvenlik primi desteği, kurumlar vergisi indirimi, kredi faiz desteği gibi teşvikler sağlıyor.

Sürekli maliyet baskısı altında olan tekstil sektörümüzün başka türlü rekabet etmesi zaten mümkün değildi. Ancak taşınılan bölgelerde maliyet avantajı oluşabilmesi için, bölgesel asgari ücret, lojisitik imkanların geliştirilmesi ve taşınmanın teker teker değil yeni hedef bölgede bir kümelenme oluşturacak şekilde planlanması lazım. Sanırım bu aşamada özel sektör dernekleri ve yerel yönetimlerin de işin içinde olmaları gerekecek. Yapılacak işin bir taşınma işlemi değil yeni bir rekabet stratejisi için yapılan faaliyetlerden biri olması lazım.

Bu na örnek vermek için tanık olduğum bir vakayı sizlerle paylaşayım. Şirketimizdeki en iyi yazılımcı arkadaşlarımızdan birinin ailesinin konfeksiyon atelyesi vardı. Bu arkadaşımız, vefatlar sonucu işe bakacak kimse kalmadığı için, aile işinin başına geçmek için çok sevdiği yazılımcılığı bıraktı. İki üç sene, hele Doların 1.15 TL’yi gördüğü günlerde bile canını dişine takarak işini ayakta tutmaya çalıştı. Sonra da geçen sonbahar atelyeyi kapatıp tekrar aramıza döndü. Geldiğinde de, “İstanbul’da konfeksiyon işini yaşatmayacaklar, bu işlerin Anadolu’ya gitmesi lazım” dedi. Kendisi Batmanlı olan bu arkadaşımıza neden işini memleketine taşımadığını sorduğumuzda orada da altyapıların işlerin yürümesine elvermediğini söyledi. Burada sosyo kültürel altyapıya kadar herşeyi kasdediyordu. İstanbul’da canla başla çalışan bir işçi memleketinde çalışmayabiliyor, mazeretsiz devamsızlık yapabiliyormuş. Gerçekten de taş yerinde(!) ağırmış. Enerji kalitesi, taşradaki devlet görevlilerinin iş dünyasına yabancılığı, ulaşım ve lojistik imkanların sınırlılığı da aşılması gereken sorunların başında görülüyor.

Tekstil, konfeksiyon gibi artık geleneksel işlerin Türkiye’de hala bir şansı olmasına karşın, bu fiyat avantajını an fazla 5-6 yıl sürdürebileceğimizi düşünüyorum. “Çin bile pahalı oldu; üretim Kamboçya, Vietnam ve Bangladeş’e kaydı” deniliyor. Tekstilde fasonculuktan çıkıp, moda üretmeye, yüksek katma değerli ürünlere yönelmeliyiz. Mutlaka ama mutlaka yeni trendlere uygun ileri teknolojili işler geliştirmeliyiz.

Gelecek yine de bilişimde, genetikte, yeşil enerjide, nanoteknolojide..

www.diyablog.diyalogo.com

Herkes için Dünya ile Ticaret

Krize rağmen yoğun bir çalışmanın içindeyiz. Geçen hafta sonunu Bilgi ve İletişim Teknolojileri Kurumu Başkanı Sayın Tayfun Acarer’in liderliğinde, 30 kişilik bir Türk işadamı heyetiyle birlikte İran’da geçirdik. Çok ilginç gözlemlerimizin olduğu bu geziyi bir sonraki yazıya bırakarak, Alibaba tanıtımları için başlattığımız ve bu yıl sonuna kadar on şehrimizde yapacağımız toplantılarımız hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

İlk toplantımızı 21 Mayıs günü İstanbul’da Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde yaptık. Toplantılarımıza Alibaba’ya daha önceden üye olmuş, bu siteden ticaret yapmış kişileri çağırıyor, tecrübelerini bizlerle paylaşmalarını istiyoruz. Bir de konuk konuşmacımız oluyor. İstanbul toplantımızın konuk konuşmacısı Beykent Üniversitesi Ekonomi Bölümü başkanı Prof. Dr. Yaşar Erdinç idi. Sayın Erdinç’in ihracatta kur riski üzerine verdiği kısa konferans son derece kolay anlaşılır ve öğretici idi. Arkasından malum kriz konularına girildi. Hocamızın son araştırma konusu krizlerin anatomisi imiş. Bize Dünya’daki çeşitli krizlerden örnekler vererek krizlerin zaman profilini çizdi.

Ekonomi insan edimlerin bir sonucu ise krizlerin oluşmasında ve krizlerden çıkılmasında insan psikolojisinin en önemli rolü oynadığını görmek gerekiyor. İlginç olan şey bu krizlerin dip süresinin ortalama dokuz ay olduğu idi. Krizi Ekim ayında başlamış kabul etsek Haziran sonunda inişin biteceğini düşünebiliriz. Yani krizin dibini gördük. Ancak çıkışı ne zaman olacak belli değil. Bankacılık sistemi kendini topladı ama zarar gören reel sektörün kendine gelmesi uzun zaman alabilir. Hocamızın söylediğine göre, bu sefer tüm Dünya ülkeleri tedbirleri erkenden aldıklarından bu kriz 1929 gibi uzun sürmeyecek; ancak piyasaları canlandırmak için çok yüksek bütçe açıkları verildiği için krizden çıkışı yüksek fiyat artışları ve enflasyon ile birlikte yaşayacağız. Yaşar Erdinç Çarşamba günleri 21:00’de SKY Türk’de program yapıyor ve çeşitli kitapları var. Zor konuları anlaşılır kılan hocamızın programlarını ve kitaplarını olan biteni anlamak isteyen herkese tavsiye ederim.

Alibaba kullanıcılarının yaptıkları konuşmalar da oldukça ilginçti. Merit Otomotiv sahibi Sayın Ahmet Mert, Alibaba’nın yıllardır ücretli üyesiymiş. Alibaba sayesinde tüm dünya ile iş yapmaya başlamış, ihracatını beş kat artırmış. Düğmecilik sektöründen Altuğ bey “Biz o kadar tecrübeli değiliz, daha yeni üye olduk, o kadar da iyi kullanamıyoruz” dedi ama, hiç düşünmedikleri Pakistan’dan sipariş alınca doğru yaptıklarını anladıklarını söyledi. Alibaba gerçekten umulmadık imkanlar sunuyor.

Bir sonraki etap Bursa idi. Bursa iş dünyasından, tekstil ve makina sektöründen, irili ufaklı firmaların temsilcileri bizi dinlemeye gelmişlerdi. Yine Alibaba’yı çok iyi kullanan ve bundan fayda sağlayan kişi ve kuruluşlar söz aldı. Artofis firmasından Necip Yılmaz isimli genç arkadaşın sözlerini unutmayacağım : “e- ticareti kullanmak vatan borcudur”. Konukların önemli bir kısmı Alibaba’nın İngilizce olması nedeniyle sıkıntı çektiklerini Diyalogo’nun Türkçe hizmetleri ile uluslararası ticaret daha kolay geçebileceklerini söylediler.

Evet, Diyalogo, Alibaba hizmetlerini Türkiye’nin dört bir yanında olanaklı kılacak. Biz zaten şunu söyledik: “Logo olarak işletmelerimizi 20 yıl yüksek enflasyonla mücadele etme konusunda destekledik, şimdi global ticarete el atsınlar diye destekliyoruz.” İhracat yapmak Türkiye’de her boydan ticari işletme için bir tutku haline gelmiş durumda. Ancak, dış ticaretin yüksek maliyeti küçük şirketlerin altından kalkabileceği gibi değil. E-ticaret ve Alibaba bu maliyetleri en aşağıya indirmenin yöntemlerinden biri. Üstelik üyelik ücretlerinin yarısını İhracatı Geliştirme Merkezi’nden geri almak mümkün. Bu olanaklar dış ticareti herkesin ulaşabileceği bir noktaya getiriyor; yeter ki istenilsin.

Bir sonraki etap İzmir oldu. İzmir toplantısına ben katılamadım, ancak en yüksek katılımlı ve en etkileşimli toplantımız İzmir’de olmuş. Gerçekten ileri görüşlü işadamlarımız ve iş sahiplerimizin bir kısmı Alibaba’yı çok iyi kullanmış. Çin’in açtığı çok büyük bir zeytinyağı ihalesini bir genç arkadaşımız Alibaba sayesinde yakalamış ve şu anda ilk elemeyi geçenlerin ilk sırasında imiş. Kendisine başarılar diliyoruz.

Bu hafta ise Adana ve Antalya var. Tatil mevsimi öncesi Anadolu seminerlerimiz böylece bitecek. Sonbaharda diğer ihracatçı illerimizde de seminerler vermeyi sürdüreceğiz. Bayilerimizi Alibaba ürünleri konusunda eğitiyoruz. Türkçe eğitim ve kullanma malzemesi geliştiriyoruz. Alibaba, Diyalogo güvencesinde işletmelerimizi Dünya pazarlarında layık oldukları yere taşıyacak, buna inanıyoruz.

Gelecek yazımızda İran gözlemlerimi anlatacağım. Görüşmek üzere..
.