Sayfalar

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Sanayi Teşvik Paketi

Geçtiğimiz hafta ekonomide çok önemli bir gelişme oldu, kapsamlı bir sanayi teşvik planı açıklandı. Diyalogo üyeleri için önemli olduğunu düşündüğümden, bu konuya bir göz atmamız gerektiğine karar verdim. Geçen yazıda söz verdiğim İran izlenimlerini ise bir sonraki yazıma saklayalım. Hem bu arada İran’da seçimlerin sonuçları da alınmış olur, seçimleri değerlendiririz.

Bu teşvik paketini neden önemsedim?

Üretmeden kalkınılamayacağını farkettiği için.

Üretmeyi unutmuş olan Türkiye’de üretmeyi tekrar gündeme getirdiği için.

Cari açığımızın gerçek çözümünü hedeflediği için. İnsanlarımıza iş imkanlarının ancak sanayileşme ile sunulabileceğini anımsattığı için.

Ekonominin, insandan kopuk, faiz, döviz, borsa sanal dünyasından ibaret olmadığına dikkat çektiği için.

Üretimin tekrar gündeme gelmesine romantik bir umutla sarıldım sanki; paketin kaynağı nereden geliyor sorusunu sormaya kıyamadım.

Teşvik paketinde iki ana tema gözlemledim : birincisi, çok yıllardır unuttuğumuz ( ben yirmi yıldır dişe dokunur bir sanayi yatırımı hatırlamıyorum) büyük sanayi yatırımları, diğeri ise bölgesel gelişim farklılıklarını azaltacak tedbirler. Gelişmişlik düzeyine göre Türkiye dört bölgeye ayrılmış. Yatırımlar yerel katkı ve rekabet avantajı gözetilerek bölgelere göre farklı şekilde teşvik edilmiş. Paketin Türkiye’nin sosyo ekonomik sorunlarını doğru tespit ettiğinin hakkını vermek lazım.

Büyük proje yatırımları 12 başlık altında incelenmiş. Kimyasal madde üretiminden, motorlu kara taşıtlarına, elektronik sanayiinden, büyük madencilik işletmelerine kadar uzanan bir çok sanayi kolunda büyük yatırımlar teşvik edilmiş. Türkiye’nin en gelişmiş illerini barındıran Marmara bölgesinde yüksek teknoloji ve katma değeri yüksek sanayi yatırımları desteklenirken tekstil ve tarıma dayalı sanayi ise Doğu ve Güneydoğu bölgelerine yönlendirilmiş. Bu köşede çok değindiğimiz yazılım, bilişim ve yeşil teknolojilerden ise hiç bahsedilmemiş. Bu da paketin bakış açısının çok kısa vadeli olduğunu düşündürtüyor.

Bölgesel farklılıkların giderilmesiyle ilgili teşvikler son derece ilginç. Tekstil, konfeksiyon gibi sektörlerin en gelişmiş bölgelerden, en az gelişmiş dördüncü bölgeye nakli öngörülüp, desteklenmiş. Devlet tekstil işini az gelişmiş bölgelere taşıyan iş sahiplerinin masraflarını ödemenin yanında, uzun süreli sosyal güvenlik primi desteği, kurumlar vergisi indirimi, kredi faiz desteği gibi teşvikler sağlıyor.

Sürekli maliyet baskısı altında olan tekstil sektörümüzün başka türlü rekabet etmesi zaten mümkün değildi. Ancak taşınılan bölgelerde maliyet avantajı oluşabilmesi için, bölgesel asgari ücret, lojisitik imkanların geliştirilmesi ve taşınmanın teker teker değil yeni hedef bölgede bir kümelenme oluşturacak şekilde planlanması lazım. Sanırım bu aşamada özel sektör dernekleri ve yerel yönetimlerin de işin içinde olmaları gerekecek. Yapılacak işin bir taşınma işlemi değil yeni bir rekabet stratejisi için yapılan faaliyetlerden biri olması lazım.

Bu na örnek vermek için tanık olduğum bir vakayı sizlerle paylaşayım. Şirketimizdeki en iyi yazılımcı arkadaşlarımızdan birinin ailesinin konfeksiyon atelyesi vardı. Bu arkadaşımız, vefatlar sonucu işe bakacak kimse kalmadığı için, aile işinin başına geçmek için çok sevdiği yazılımcılığı bıraktı. İki üç sene, hele Doların 1.15 TL’yi gördüğü günlerde bile canını dişine takarak işini ayakta tutmaya çalıştı. Sonra da geçen sonbahar atelyeyi kapatıp tekrar aramıza döndü. Geldiğinde de, “İstanbul’da konfeksiyon işini yaşatmayacaklar, bu işlerin Anadolu’ya gitmesi lazım” dedi. Kendisi Batmanlı olan bu arkadaşımıza neden işini memleketine taşımadığını sorduğumuzda orada da altyapıların işlerin yürümesine elvermediğini söyledi. Burada sosyo kültürel altyapıya kadar herşeyi kasdediyordu. İstanbul’da canla başla çalışan bir işçi memleketinde çalışmayabiliyor, mazeretsiz devamsızlık yapabiliyormuş. Gerçekten de taş yerinde(!) ağırmış. Enerji kalitesi, taşradaki devlet görevlilerinin iş dünyasına yabancılığı, ulaşım ve lojistik imkanların sınırlılığı da aşılması gereken sorunların başında görülüyor.

Tekstil, konfeksiyon gibi artık geleneksel işlerin Türkiye’de hala bir şansı olmasına karşın, bu fiyat avantajını an fazla 5-6 yıl sürdürebileceğimizi düşünüyorum. “Çin bile pahalı oldu; üretim Kamboçya, Vietnam ve Bangladeş’e kaydı” deniliyor. Tekstilde fasonculuktan çıkıp, moda üretmeye, yüksek katma değerli ürünlere yönelmeliyiz. Mutlaka ama mutlaka yeni trendlere uygun ileri teknolojili işler geliştirmeliyiz.

Gelecek yine de bilişimde, genetikte, yeşil enerjide, nanoteknolojide..

www.diyablog.diyalogo.com

Herkes için Dünya ile Ticaret

Krize rağmen yoğun bir çalışmanın içindeyiz. Geçen hafta sonunu Bilgi ve İletişim Teknolojileri Kurumu Başkanı Sayın Tayfun Acarer’in liderliğinde, 30 kişilik bir Türk işadamı heyetiyle birlikte İran’da geçirdik. Çok ilginç gözlemlerimizin olduğu bu geziyi bir sonraki yazıya bırakarak, Alibaba tanıtımları için başlattığımız ve bu yıl sonuna kadar on şehrimizde yapacağımız toplantılarımız hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

İlk toplantımızı 21 Mayıs günü İstanbul’da Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde yaptık. Toplantılarımıza Alibaba’ya daha önceden üye olmuş, bu siteden ticaret yapmış kişileri çağırıyor, tecrübelerini bizlerle paylaşmalarını istiyoruz. Bir de konuk konuşmacımız oluyor. İstanbul toplantımızın konuk konuşmacısı Beykent Üniversitesi Ekonomi Bölümü başkanı Prof. Dr. Yaşar Erdinç idi. Sayın Erdinç’in ihracatta kur riski üzerine verdiği kısa konferans son derece kolay anlaşılır ve öğretici idi. Arkasından malum kriz konularına girildi. Hocamızın son araştırma konusu krizlerin anatomisi imiş. Bize Dünya’daki çeşitli krizlerden örnekler vererek krizlerin zaman profilini çizdi.

Ekonomi insan edimlerin bir sonucu ise krizlerin oluşmasında ve krizlerden çıkılmasında insan psikolojisinin en önemli rolü oynadığını görmek gerekiyor. İlginç olan şey bu krizlerin dip süresinin ortalama dokuz ay olduğu idi. Krizi Ekim ayında başlamış kabul etsek Haziran sonunda inişin biteceğini düşünebiliriz. Yani krizin dibini gördük. Ancak çıkışı ne zaman olacak belli değil. Bankacılık sistemi kendini topladı ama zarar gören reel sektörün kendine gelmesi uzun zaman alabilir. Hocamızın söylediğine göre, bu sefer tüm Dünya ülkeleri tedbirleri erkenden aldıklarından bu kriz 1929 gibi uzun sürmeyecek; ancak piyasaları canlandırmak için çok yüksek bütçe açıkları verildiği için krizden çıkışı yüksek fiyat artışları ve enflasyon ile birlikte yaşayacağız. Yaşar Erdinç Çarşamba günleri 21:00’de SKY Türk’de program yapıyor ve çeşitli kitapları var. Zor konuları anlaşılır kılan hocamızın programlarını ve kitaplarını olan biteni anlamak isteyen herkese tavsiye ederim.

Alibaba kullanıcılarının yaptıkları konuşmalar da oldukça ilginçti. Merit Otomotiv sahibi Sayın Ahmet Mert, Alibaba’nın yıllardır ücretli üyesiymiş. Alibaba sayesinde tüm dünya ile iş yapmaya başlamış, ihracatını beş kat artırmış. Düğmecilik sektöründen Altuğ bey “Biz o kadar tecrübeli değiliz, daha yeni üye olduk, o kadar da iyi kullanamıyoruz” dedi ama, hiç düşünmedikleri Pakistan’dan sipariş alınca doğru yaptıklarını anladıklarını söyledi. Alibaba gerçekten umulmadık imkanlar sunuyor.

Bir sonraki etap Bursa idi. Bursa iş dünyasından, tekstil ve makina sektöründen, irili ufaklı firmaların temsilcileri bizi dinlemeye gelmişlerdi. Yine Alibaba’yı çok iyi kullanan ve bundan fayda sağlayan kişi ve kuruluşlar söz aldı. Artofis firmasından Necip Yılmaz isimli genç arkadaşın sözlerini unutmayacağım : “e- ticareti kullanmak vatan borcudur”. Konukların önemli bir kısmı Alibaba’nın İngilizce olması nedeniyle sıkıntı çektiklerini Diyalogo’nun Türkçe hizmetleri ile uluslararası ticaret daha kolay geçebileceklerini söylediler.

Evet, Diyalogo, Alibaba hizmetlerini Türkiye’nin dört bir yanında olanaklı kılacak. Biz zaten şunu söyledik: “Logo olarak işletmelerimizi 20 yıl yüksek enflasyonla mücadele etme konusunda destekledik, şimdi global ticarete el atsınlar diye destekliyoruz.” İhracat yapmak Türkiye’de her boydan ticari işletme için bir tutku haline gelmiş durumda. Ancak, dış ticaretin yüksek maliyeti küçük şirketlerin altından kalkabileceği gibi değil. E-ticaret ve Alibaba bu maliyetleri en aşağıya indirmenin yöntemlerinden biri. Üstelik üyelik ücretlerinin yarısını İhracatı Geliştirme Merkezi’nden geri almak mümkün. Bu olanaklar dış ticareti herkesin ulaşabileceği bir noktaya getiriyor; yeter ki istenilsin.

Bir sonraki etap İzmir oldu. İzmir toplantısına ben katılamadım, ancak en yüksek katılımlı ve en etkileşimli toplantımız İzmir’de olmuş. Gerçekten ileri görüşlü işadamlarımız ve iş sahiplerimizin bir kısmı Alibaba’yı çok iyi kullanmış. Çin’in açtığı çok büyük bir zeytinyağı ihalesini bir genç arkadaşımız Alibaba sayesinde yakalamış ve şu anda ilk elemeyi geçenlerin ilk sırasında imiş. Kendisine başarılar diliyoruz.

Bu hafta ise Adana ve Antalya var. Tatil mevsimi öncesi Anadolu seminerlerimiz böylece bitecek. Sonbaharda diğer ihracatçı illerimizde de seminerler vermeyi sürdüreceğiz. Bayilerimizi Alibaba ürünleri konusunda eğitiyoruz. Türkçe eğitim ve kullanma malzemesi geliştiriyoruz. Alibaba, Diyalogo güvencesinde işletmelerimizi Dünya pazarlarında layık oldukları yere taşıyacak, buna inanıyoruz.

Gelecek yazımızda İran gözlemlerimi anlatacağım. Görüşmek üzere..
.

Bahar sonunda geliyor.

Uzun ve bol yağışlı bir kış geçirdik. Barajlarımız su ile doldu. Şimdi güneş sıcak yüzünü bize göstermeye başladı. Doğada bir canlanma var. Tarımda bir üretim artış bekleyebiliriz. İnsanın içine bir umut doluyor.

Ben şunu farkettim. Türkiye piyasa oynaklığı okullar açılırken başlıyor, Kasım’da ilk darbe yaşanıyor, arkasından Şubat’ta öldürücü darbe geliyor. Mutluluk hormonu serotoninin salgılanması güneş ışığına bağlı imiş. Güneş azaldıkça, vücut daha az mutluluk hormonu üretiyor, insan karamsarlaşıyor, hayatın normal akışı içinde gözardı edilebilecek olumsuzluklar, ciddi kaygılara dönüşebiliyor. Ekonomi de insan davranışlarına bağlı olan bir sistem olduğu için birey ve toplumsal psikolojiden nasibini alıyor herhalde.

Eskiden büyüklerimiz “Karpuz kabuğu denize düşmeden denize girilmez” derlerdi. Ben de bir süredir şöyle söylemeye başladım : “Karpuz piyasaya çıktığı zaman Türkiye krizden çıkar.” Sanki bizim millet karpuz yiyince kendini daha mutlu ve zengin hissediyor.

İşin şakası bir yana, bunun en önemli nedeni Türkiye’nin bir turizm ülkesi olması. Turistler gelince önemli bir kesim, iş buluyor, esnafın satışı artıyor, döviz artıyor ve ucuzluyor. Bunun yanısıra, ısınma, giyinme dertleri azalıyor, çocukların okul masrafları bitiyor; meyve, sebze artıyor ve ucuzluyor. Umarım bu karpuz mevsimi, hayırlara vesile olur da, milyonlarca vatandaşımızı işsiz bırakan bu krizden çıkarız.

Türkiye turizm ve tarım yanında -yanlış yapılanmasına karşın- ciddi bir sanayi ülkesi. Sanayimiz de ihracata yönelik bir sanayi. En büyük ihracat pazarımız olan Avrupa’da yaşanan talep düşüklüğü, fabrikalarımızı kapanma noktasına getirdi. Böylece ekonomide iç pazarın önemini tekrar farkettik.

Bizim gibi gelişmekte olan, nüfusu genç bir ülkenin ekonomisi iç taleple her zaman ayakta kalır. Türkiye’de iç talebin önündeki en önemli engel ise, işsizlik ve gelir dağılımıdır. Geliri olmayan ve az olan kitleler, mal ve hizmet piyasasına alım talebiyle giremezler ve ekonomiye hem üretici hem de tüketici olarak katkıda bulunamazlar.

Bu krizin en önemli kazanımı, yukarıda dediğim gibi iç pazarın öneminin tekrar keşfedilmesi oldu. Hükümet bazı vergi indirimi tedbirleriyle durma noktasına gelmiş piyasaları tekrar işler hale koymaya başladı. Otomobil satışları patladı, konut ve beyaz eşyada da işler iyi gidiyormuş. Şimdi de –sözde- bilişim sektörü destekleniyor.

Bu desteklerle devlet bazı gelirlerinden geçici bir süre vazgeçiyor, bütçe açığını göze alıyor. Ancak iş yerleri tekrar açılıyorlar, işçilerine maaş ödemeye başlıyorlar. Vatandaşın geliri artıyor, iç talebe dönüşüyor. Alınan dolaylı ve dolaysız vergilerle devletin gelirleri tekrar artmaya başlıyor. Bu desteklerin tek sorunu, açık finansmanın yol açacağı fiyat artışları, yani enflasyon.

Ciddi bedelleri olan bu desteklerin iyi hesaplanması, ekonomide en çok olumlu etkiyi yaratacak alanlara verilmesi, adil ve lobilerin etkisinden uzak olarak planlanması lazım. Bizim sektörümüzde nedense bunun tam tersi oldu. Bilgisayar alımlarında KDV yüzde 18’den 8’e indirildi. Amaç gençlerimizin bilgisayardan uzak kalmaması ve bilişimin ucuzlaması. Yıllarını bu işlerin önemine dikkat çekmek için harcamış bir kişi için çok olumlu gelişme.


Ancak -ithalata bağımlı olmadan- değer ve teknoloji üreten, katma değeri ve ücreti yüksek bir istihdam yaratan, yazılım sektörü desteklerin dışında bırakıldı. Bunun yanında, -bilgisayar parçaları KDV indirimine tabi olmadığı için- yerli üretim bilgisayarlar da bu imkanlardan yararlanamıyorlar. Ne oldu? Devletimiz vazgeçtiği vergi gelirleriyle –ne kadar iyi niyetli olursa olsun- yurt dışındaki işçilerin işlerini garantiledi. Krizden en çok etkilenen KOBİ’lere hizmet götüren Logo ise şu anda bir yıl önce çalıştırdığı elemanın neredeyse yarısını ancak istihdam edebiliyor...Bilişim toplumu oluyoruz, ne gam?

Stoklar hemen tükendi. Çok büyük partiler sipariş edildi. Düşündüğünüz bir yabancı marka laptop varsa bu fırsatı kaçırmayın....

Bal tatlı karpuzlu günlerde görüşmek üzere...

www.diyablog.diyalogo.com

Türkiye'nin Potansiyeli

Bugün bazı gazeteci arkadaşlar aradılar ve Microsoft’un Ankara’da açtığı Yenilikçilik Merkezi hakkında görüşlerimi sordular. Doğrusu ben de haberi basında okudum. Anlaşıldığı kadarıyla Ankara’da Bilkent Üniversitesi Cyberpark’ta açılan merkez e-devlet, e-sağlık konularında çalışacakmış. Ancak en önemlisi bilgisayar oyunlarına yönelecekmiş.Merkezin açılışını Microsoft başkanı Steve Ballmer yapmış. Kendisi ile 15 yıl önce Amerika’da tanışmıştık. Çok ilginç ve Microsoft’un gelişiminde en az Bill Gates kadar katkısı olan olan, tatlı deli bir adam. Ballmer’ın Türkiye durağı Rusya ve Mısır gezilerinin arasına sıkıştırılmış. Gazetecilerimiz ülkemizin yazılım potansiyeli hakkında kendisine sorular sormuşlar, Mısır ve Rusya ile karşılaştırma istemişler...

Bu ülkenin potansiyeline inanmamız için illa yabancıların mı birşeyler söylemesi gerekiyor? Yirmi yıldır yazılım sektörünün Türkiye’nin kalkınmasında oynayabileceği rol üzerine konuşuyorum, yazıyorum. Bu süre zarfında yazılım Hindistan’ı süpergüç haline getirdi. Avrupa’nın en fakir ülkesi İrlanda bilişimle yaptığı atılımla AB’nin en zengin ülkesi haline geldi. Mısır çok ciddi bir atılım yaptı ve Microsoft’tan ciddi bir yatırım çekti. Biz hala potansiyelimizin farkında değiliz, ülkemizin vaktini ve parasını, yanlış yerlerde harcıyoruz.

Bu sektöre ne devlet kararlı bir şekilde destek oldu, ne de işadamlarımız, yerli sermaye sahipleri bu sektöre para yatırdılar. Üstelik yatırılması gereken paralar da, aman aman paralar değil. Yazılım ve bilişim hizmetlerinde bir kişi istihdam etmek için harcanması gereken para sadece 5000 dolarcık. Oysa sanayide bir kişi isitihdamı için yapılması gereken yatırım 100.000 Dolar civarında. Beton dökmeye, üstüste çirkin binalar yapmaya, güzelim doğamızın içine dev oteller dikmeye, fabrika kapatıp alışveriş merkezi yapmaya, para gırla... İsraf bu israf.
Uzan grubunun içinde Oksijen teknoloji adıyla bir küçük bir firma vardı. Nokia ve Motorola alacakları nedeniyle Telsim’e teknoloji vermeyi reddedince, grub mecburen kendi teknolojisini geliştirmek zorunda kalıyor be bu firmayı kuruyor. 20-30 kişilik bir Türk mühendis grubunun ürettiği, çok ucuz, harcı alem bilgisayarların üzerinde koşan yazılımlarla, Türkiye’nin ikinci büyük GSM operatörü faaliyetlerini sürdürdü, yüz milyon dolarlar kazandı. Uzan grubuna el konunca, içinde çalışan arkadaşlar ayrıldılar, yeni bir girişim için devletten destek, Türkiye’deki büyük sermaye gruplarından yatırım aradılar. Çok süründüler. Sonunda, Gaziantepli bir grup bu arkadaşlara el uzattı, birlikte Argela isimli bir şirket kurdular. Şirket kuruldu ama, gruptan gereken destek ve önemi alamadığı için iş bir türlü gelişemedi. Özelleşen Türk Telekom’un yeni yönetimi bu şirketin ve sahip olduğu teknolojik birikimin farkına vardı ve son derece ucuza bu şirketi aldı. Şimdi bu şirket Türk Telekom’un ve Saudi Öger Grubunun iletişim teknoloji ihtiyaçlarını karşılıyor, diğer telekom şirketlerimiz de bunları son derece pahalıya ithal ediyorlar. Türk Telekom, yıllardır yatırımcı arayan, idealist kurucularının inadıyla ayakta kalan, ama sürünen, üç yazılım şirketi daha aldı. Bu şirketler de şimdi çok ciddi ve sessiz bir büyüme içine girdiler. Yakında tüm Dünya’da başarılarını izlersiniz. Belki ilerideki yazılarımda bu şirketlerin hikayelerinden bahsedebilirim.

Yabancı sermayeye hayır demek çok prim getiriyor. Peki kardeşim, bu güzelim değerleri yıllarca süründürerek, onları gözardı ederek, değer vermeyen yerli sermayeye ne demeli? Ekonominin ilerlemesindeki iki önemli faktör olan sermaye ve bilgi bir türlü bir araya gelemiyor bizim ülkemizde. Artık hemen hemen her konuda ciddi bilgi birikimi var. Üstelik istediğiniz uzmanı istediğiniz ülkeden getiebilirsiniz. Başarıya azmetmiş, bilgili girişimcilerimiz var. Sermaye sahiplerimiz, servetlerinin -serbest piyasa ekonomisi içinde- üretime dönüştürülmesi için kendilerine emanet edilmiş ülke kaynakları olduğunu ne zaman öğrenecekler? Ne zaman dağa taşa beton dökmenin, fabrika kapatıp yerine AVM açmanın, bütün makineleri ve hammaddeyi ithal edip, yüzde iki karla tüketim malı üretmenin iş olmadığını öğrenecekler? Yabancıların görebildiği potansiyeli ne zaman görecekler? Bu örneklerden ne zaman ders çıkaracaklar? Ne zaman servetlerinin sorumluluğunu farkedecekler? Ne zaman?

Bu kriz niye oldu?

İçinde yaşadığımız krizi halkın anlayacağı dille anlatan bir fıkra bana e-posta ile geldi. O kadar beğendim ki hemen tercüme edip sizlerle paylaşmaya karar verdim. Umarım beğenirsiniz.

Heidi'nin (Haydi okunur) Berlin'de bir barı vardır. Satışlarını artırmak için müşterilerine (çoğu işsiz alkoliklerdir) veresiye içki satmaya başlar. Heidi bilgisayarlı bir veresiye sistemi oturtmak için müşterilerine bir de kart verir. Bu kart sayesinde verilen her içki atlanmadan bilgisayar sistemine girmektedir.

Heidi'nin barının ünü tüm Berlin'de yayılır, içerisi her saat tıklım tıklım dolar.

Bunu gören Heidi daha çok kazanacağını düşünerek fiyatlara zam yapar. Satışlar inanılmaz artar.

Aynı sokakta, yeni açılan banka şubesinin genç ve dinamik müdürü, işini büyütmesi için Heidi'ye kredi satmak ister. Heidi'nin alacak defterindeki rakamların büyüklüğünü görünce Heidi'nin kredi limitini artırır. Alkolik müşterilerin borçlarının ödenme riskini gözardı ederek teminat olarak alır. Heidi üç şube daha açar.

Banka'nın menkul kıymetler merkezindeki uzman bankacılar alınan bu teminatlardan DRINKBONDS, ALKBONDS and PUKEBONDS adlı tahviller üretirler ve bunları uluslararası piyasalarda pazarlarlar. Hiç kimse bu kağıtların kısaltmalarının ne olduğunu anlamaz, bunların garantisini sorgulamaz. Kağıtlar elden ele dolaşır fiyatları sürekli artar.

Bir gün kağıda talep hala devam eder ve fiyatı artarken, bankanın risk yöneticisi bu kağıtların üstüne kurulduğu Heidi'nin alacaklarını araştırmaya başlar. Alacakların ödenmeme riski konusunda üst yönetime uyarıcı bir rapor gönderir. Banka üst yönetimi her şey yolunda giderken ortalığı karışıtran bu münafıkı işten kovar.

Sonra...

Gerçekten ayyaşlar borçlarını ödeyemezler...

Heidi kredilerini ödeyemeceğini ilan eder, iflasını ister...

DRINKBONDS, ALKBONDS fiyatları %90 oranında düşer. PUKEBONDS fiyatları %80 düştükten sonra orada dengelenir.

Bu arada Heidi'nin tedarikçileri zor durumdadırlar. Şarap tedarikçisi hem alacaklarını tahsil edemediğinden, hem de olan tüm nakdini batan tahvillerde değerlendirdiğinden hemen iflas eder. Bira tedarikçisi de rakibi tarafından satın alınır.

Kağıtları çıkaran banka devletten kurtarma talep eder.

Bankaların batmasını göze alamayan hükümet bankayı kurtarır.

Kurtarma için kullanılan fonlar içki içmeyen mükelleflerin vergileri ile karşılanır.

İşte size bu krizin açıklaması...

Bu krizden nasıl çıkılacak?

Tüm Dünyayı derinden saran bir krizin içindeyiz. Bize de ucundan değerek, teğet geçeceğini dilediğimiz kriz, maalesef, ülkemizi de en derinden etkiliyor. Aslında kaçınılmaz olan bir sonuçtu bu. Globalleşen Dünya’da ülkeler arasındaki bağımlılık ve etkileşim bizim hayal edebildiğimizden çok daha fazla. Bunu ancak sonuçlarını yaşadığımız zamanlarda idrak edebiliyoruz.

Krizin bizi bunalttığı bir zamanda gelecek hakkında bir yazı yazmak çok zor oluyor. Neden gelecek dedim? Çünkü mensubu olduğum bilişim sektörünün geleceğin belirlenmesinde en önemli rol oynayan sektör olduğunu düşünüyorum. Bu bir mesleki önyargı da değil. Artık herkesin farkına vardığı bir zorunluluk. Bu kanıma en büyük destek de TÜBİSAD’ın e-mail kutusuna düşen bir basın bülteninden geliverdi. TÜBİSAD (Bilişim Sanayicileri Derneği) olarak üyesi olduğumuz, merkezi Brüksel olan EICTA’dan (Avrupa Bilişim Sanayicileri Dernekleri Konfederasyonu) gelen bir basın bülteniydi bu. Başlık da Avrupa Komisyonu’nun başkanı Jose Manuel Barroso’nun bir demecinden alınmıştı : “Krizden çıkış dijitalleşme ile olacak”. Bunu “Krizin çıkışını bilişimde görüyoruz” diye anlamak mümkün.

İçinde yaşadığımız gibi derin krizler, sistemin var olan paradigma içindeki sınırlarına dayandığı zamanlar yaşanıyor. Böyle krizlerden çıkmak için artık yeni şeyler söylemek, farklı şeyler yapmak, kısacası yeni başlangıçlar yapmak lazım. ‘Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ diye bir deyim var ya, işte öylesine bir başlangıç... Aslında inovasyon dedikleri de tam anlamıyla bu. Demek ki Avrupa’nın liderleri krizden çıkışın yenilenmede, yenilikçilikte ve verimi artırmada yattığını görmüşler. Umarım, bizler de görürüz... Bilişim bu yenilenmeyi tetikleyen, sürükleyen en önemli enstrümanlardan biri. Tüm sektörlerin, tüm ürünleri, tüm süreçlerin, kısacası hayatın her yerine nüfuz eden, yerleşen, hızlandıran bir teknoloji.

Globalleşen Dünya’da mal ve ve birçok hizmetin üretiminde olağanüstü verimlilik sağlandı. Çin’in ucuz emeğiyle sanayi malları ucuzladı, Hindistan’ın sunduğu ucuz emek ve bilişimin sağladığı olanakla “Dünya düzleşti”, hizmet sektörü olağanüstü gelişmeler gösterdi. Gelgelelim, bilgi toplumunun bilgi üretimi konusundaki verimliliği hala sağlanamadı. Bu konuyu ünlü yönetim gurusu Drucker çok güzel anlatır. Sınai malların üretimindeki verim artışı endüstri devriminin sağladığı makinalaşma ile değil, Taylor’un geliştirdiği seri üretim süreçleri ile artmıştır. Bir doktorun bir hastayı muayene etmesi, bir öğretmenin ilkokul öğrencilerine çarpım tablosunu öğretmesi, bir yöneticinin elemanlarını motive etme süreçlerindeki verim düzeyimiz, yüzyıl öncesi ile aynıdır hala.
Bilgi toplumuna gittiğimiz yolda da yeni verimlilik sıçramalarına gereksinim var. Bunun nasıl başarılabileceğini de henüz bilemediğini söyler, bu çok ileri görüşlü yazar. Ancak “akıllı çalışma” diye bir kavram ortaya atar.

Bilgi toplumuna giden yolda daha “akıllı çalışmanın” (smart work) yollarını keşfetmek zorundayız.

Makina ile üretim yapmanın verimi tek başına artıramayacağını gördüğümüz gibi, bilişim araç ve gereçlerini kullanıp, işlerimizi yine eskisi gibi yaparak beklediğimiz verimlilik artışını sağlayamayız. Şu anda yaşadığımız kriz bu türlü bir krizdir. 21. yüzyılın gerçek ve uzun süreli büyümesi, bu krizi çözecek akıllı çalışma yöntemlerinin geliştirilmesi ve toplumun tüm aktörlerinin bunu kullanmasıyla sağlanacaktır. Telefonun sadece işe yarayabilmesi için en az iki kişide olması gerektiği gibi, bilişim devriminin de beklenen verim artışını sağlayabilmesi için uçtan uca sayısallaşmanın, herkesin sayısal dünyaya etkin katılımı zorunludur. Ticari işletmelerden diğer ticari işletmelere, tüketicilerden firmalara, yurttaştan devlete tüm etkileşimlerin yeniden düşünülmesi, tasarlanması kaçınılmazdır. Böylece bilişimin verimliliği nasıl sürekli bir şekilde artıracağı görülecektir.

Avrupa’da hemen her sektörde büyümenin duracağı ve küçülmenin yaşanacağı düşünülen 2009’da bilişim sektörünün en az %2 büyüyeceği tahmini işte bu kaçınılmazlık nedeniyle yapılmaktadır. Bilişim sektörü geleceğin sektörüdür. Bilgi teknolojilerinin, iletişimle bütünleştiğini gören bu sektör, medya ve içeriğin, belki ileride başka sektörlerin bilişim tanımı altına alınacağını görecektir.

Bilişim verimliliği artıran bir sektör olduğu gibi, yeni girişimciler için önemli şanslar sunan bir iş koludur. Bu kriz bilişimin sunduğu fırsatları inceleyebilmek için bir vesile olsun. İşlerimizden biraz uzaklaşıp, şöyle uzaktan bir bakalım. Barroso’nun ne demek istediğini bir kez daha düşünelim : “Kurtuluş bilişimde olacak”...

Antalaya'da Yenilikçilikle Kalkınma

Diyalogo’ya katılım hızla artıyor, sitenin içeriği zenginleşiyor. Gösterdiğiniz yoğun ilgiye teşekkür ederiz. Amacımız ülkemizin dört bir yanındaki iki milyonu aşkın küçük ve orta çaplı işletmenin elektronik çağın nimetlerinden yararlanmalarını sağlayarak, daha verimli, daha rekabetçi, daha karlı işletmeler olarak varlıklarını sürdürmelerine katkıda bulunmak.

Bu köşede çoğunlukla güncel olmayan, her yerde rastlanmayan, konulara el atıyorum. Bu kriz döneminde uzun vadeli, soyut konular bazen anlamsız gelebilir. Ancak bazen, güncel bizi o kadar meşgul eder ki, büyük resmi göremez, yaşadığımız andaki başarılarımızın veya sorunlarımızın sonsuza dek devam edeceğini sanmaya başlarız. Oysa zaman sürekli akar; koşullar değişir, hiç çözülmezmiş gibi görünen sorunlar bir gün kendiliğinden ortadan kalkar, ama, bakarsınız daha büyük sorunlarla karşı karşıyasınızdır. Amacım hep bugünü tartışırken, geleceğin unutulmamasını sağlamak. İleride başımıza geleceklerden en başta kendimizin sorumlu olduğunu hatırlatmak. Başarının kolaycılıkla, vasatla vakit kaybetmek yerine iyiyi, doğruyu ve güzeli aramakla elde edilebileceğine işaret etmek.

Bu konularda yalnız olmadığımızı görmek de çok sevindirici. Geçtiğimiz günlerde Antalya Sanayiciler ve İş Adamları Derneğinin düzenlediği “Girişimcilik ve Yenilikçilik” haftasının kapanış paneline konuşmacı olarak katıldım. Antalya, son yirmi yılda turizm sektöründe yaptığı büyük atılımla ülkemizin döviz makinesi haline geldi; başdöndürücü bir şekilde büyüdü ve gelişti. Ülkemizin tüm şehirleri göçten olumsuz yönde etkilenirken, Antalya iklim ve yaşam koşullarının da avantajıyla, yurt içi ve yurt dışından sermaye ve nitelikli işgücünü çekebildi, hızlı şehirleşmesini diğer illerimize göre daha başarılı yönetebildi. Antalya ekonomik gelişmesinin yanında, kültürel anlamda da canlı, geleceğe umutla bakan bir şehir. Davet edildiğim panelin konusu “Yerel Kalkınma ve İnovasyon” idi. Benim de dahil olduğum, herşeyin devletten beklendiği dönemlerin gençliği için, bir şehrin, kendi inisiyatifi ile geleceğini konuşması, hele kalkınmanın yenilikçilikle (inovasyon) nasıl başarılabileceğini tartışması ilginç bir sürprizdi. Ben de toplantıya “Antalya nerede Inovasyon yapabilir” başlıklı bir konuşma hazırladım.

Bir süredir yerel kalkınma ve inovasyon (yenilikçilik) birlikte anılan iki kavram oldu. Amerika’da Silikon Vadisi’nde toplulaşan, yaratıcı ve yenilikçi KOBİ’lerin yol açtığı bilişim devrimi ve bunun ABD’nin Pasifik kıyısında oluşturmuş olduğu müthiş kalkınma sanırım bunun en önemli nedeni. Bu bölgede çok mütevazı koşullarda başlayan şirketlerden, Intel, HP, Apple, Oracle ve Google gibilerini artık hepimiz tanıyoruz. Diğer binlerce irili ufaklı firma da bugün kullandığımız birçok teknolojik ürüne buluşlarıyla katkı sağlıyorlar. Silikon Vadisi çok önemli bir tarihi ve iktisadi bir olgu olduğundan birçok araştırmaya, doktora tezlerine konu olmuştur. Silikon Vadisi’nin sırrı, bugün, kümelenme (clustering) adı verdiğimiz, şirketlerin bir bölgede sinerji yaratan toplulaşmasını ifade eden kavramla açıklanmaya çalışılıyor. Yüksek risk içeren yenilikçi bir girişim kendisini en rahat hissedeceği, maliyet ve risk avantajı sunan yere gidiyor; bu da çoğunlukla kendisine benzeyen başarılı firmaların yakın çevresi oluyor. Kümelenme, bilginin dönüşüm hızını, dolayısıyla inovasyonu artırıyor; inovasyon arttıkça bölgeye daha çok yatırım geliyor ve bölge hızlı bir kalkınma sürecine giriyor.

Kümelenme kavramı birçok ülkeyi bir takım “vadi” projelerine sürükledi, ancak Amerika dışında pek başarılı örnekler oluşturulamadı. Bizim ülkemizde de bu kavram artık çok kullanılıyor, DPT’nin, çeşitli bakanlıkların üzerinde çalıştığı, bölgesel kalkınma ve kümelenme projeleri var. Diyalogo’da da bir sanal kümelenme projesidir. Umarız Diyalogo’da kurulan sinerjiler, mesafelerin öneminin yitirdiği bu dönemde, yerel olmayan işbirliklerinin artmasına vesile olur. Biz de görevimizi yapmış oluruz.

İnovasyonun (Yenilik) üç temel veçhesi vardır. Bunlardan ilki önerilen ürün veya sürecin yeni olması, ikincisi daha iyi olması, üçüncüsü ise risktir. İnovasyon riskli bir iştir ve bu nedenle riski yönetmeyi becerebilen girişimciler tarafından yapılır. Risksiz kazanç olmaz. Girişimci olmadan da inovasyon olmaz. Kümelenme teorisyenleri, işletmelerin bölgesel yoğunlaşmasında ortak maliyetleri azaltma, eleman transferi veya işbirliği ile birbirlerinden öğrenerek yenilik riskini kontrol etme güdüsünün yattığını düşünüyorlar. Ben de bu teorik altyapıyı verdikten sonra, Antalya hakkındaki önemli gözlemlerinden birini paylaştım dinleyicilerle. Antalya deyince aklımıza hep tatil ve turizm geliyor. Ancak, Antalya, yakın dönemde Türkiye’nin tarımda en büyük atılım yapan şehri oldu. Tohumculuk, fidecilik, seracılık, tarımla ilgili sanayi ve hizmetler ve üniversitesi ile birlikte, ileri teknolojili tarım Antalya’da kümeleniyor. Modern tarım girişimcileri yatırım bölgesi olarak Antalya’yı seçiyor. Antalya tarım sektöründe gerçek anlamda bir inovasyon süreci yaşıyor.

Doğrusu biraz da çekinerek yaptığım bu saptamayı benden sonra söz alan yerel yöneticiler ve yetkililer memnuniyet hatta coşkuyla karşıladılar. Hatta Antalya vali yardımcısı daha da ileri giderek “Antalya Tohumculuk Vadisi” projesini ortaya attı. Aslında bir yüksek teknoloji hayranı olarak bunu ben ifade etmek isterdim, ama doğrusu çekinmiştim. Çünkü tarım değer zincirinde en bilgi yoğun, en karlı iş alanı aslında tohumculuk. Maalesef yediğimiz sebzelerin çok büyük çoğunluğunun tohumları yüksek verimli çeşitlerin üretilmesini sağlayan veyurtdışından ithal edilen hibrit tohumlar. Tarımsal karımızın en önemli kısmı tohum ithali ile yurtdışına gidiyor. Tohum üretimi konusunda Antalya’da küçük yerli girişimcilerin olduğunu da öğrendim, ancak, şu anda başlangıç aşamasındalar. Umarım üniversite-sanayi işbirliğiyle bu atılım yapılır da ülkemiz tarım değer zincirinin en değerli halkasını da kapatmayı başarır.

Şimdilik bu kadar. Bir ilimizin kendi inisiyatifi ile geleceği ve ülkemiz için projeler ortaya koyması, kendini yeniden keşfetmesi çok umut verici bir gelişme. Darısı diğer illerimizin başına...