Sayfalar

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Krizden fırsat yaratmak(!)

Yurtdışından hergün bir başka kuruluşun batma haberi geliyor. Önce finans sektörü çöktü. Şimdi reel sektörden kötü haberler gelmeye başladı. Haberler kötü, tüketiciler tutuk ve temkinli. Derin ve uzun bir durgunluğa doğru gidiyoruz... Bu kez, kriz global olduğundan, tek tek ülkelerin alabileceği tedbirler yeterli olamayacak. Başta krizin müsebbibi ABD olmak üzere, geniş katılımlı ve ortak akılla idare edilen bir program ortaya koymak lazım. Zaten 15 Kasım’da başlayan G-20 zirvesi de bu amaçla toplandı. Umarım bir hal çaresi bulurlar.

Finansal krizler ergeç çözümlenir. Ama reel ekonomi zarar görünce bir daha kendine gelmesi çok zaman alır. Adı üstünde reel sektör... Finans sektörü kolay yıkılır, ama, çabuk kendine gelir. Reel sektörde öyle mi ya? Dünya kadar nakit paran olsa bile, (ki olmaz) bir fabrikanın ürün hattını başka bir ürüne çevirmek, aylar, yıllar alır. Başka yere taşıyayım desen, kolay kolay taşınmaz. Kriz bitse, imalata yeniden başlayayım desen, kaybettiğin çalışanlarını bir daha bulamazsın. Kısacası reel sektörün işi gerçekten zordur...Ancak, hayat devam ediyor ve edecek. Ve en önemlisi, hayat reel sektörün verdikleri, ürettikleri ile devam edecek. İnsanlar bir şekilde yiyecekler, içecekler, barınacaklar, çocuklarını okula gönderecekler; temel gereksinimlerini garantiye alabilirlerse diğerlerine sıra gelecek. Ekonomi insan gereksinimlerinin karşılanması için yapılan faaliyetlerdir. İnsan gelişmişliğinin bu aşamasında, motorlu ulaşım, cep telefonu ve bilgisayarlar döneminde, insanlığın bütün bunlardan vazgeçerek geçmişe döneceğini düşünmek abesle iştigal olur. Ekonomide düzen yeniden kurulacak, canlanma ve büyüme yine gelecek. Ekonomik sistemlerin kendilerini krizlerle yenilediğini anlamalıyız artık. Şimdi yenilenme zamanı...

Geçen hafta, Gebze Ticaret Odası’nın bir organizasyonuyla, Gebzeli sanayici ve işadamları olarak Napoli’de, İtalya’nın nispeten az gelişmiş, Campania bölgesi ile Akdeniz ülkelerinin işbirliğini geliştirmek üzere düzenlenmiş bir uluslararası konferansa katıldık. Napoli biraz eskimiş olmakla birlikte güzel bir Akdeniz şehri. Soylu, kişilikli bir şehir. Ekonomide geri kalmış ama mihrap yerinde... Konferans, eski bir fabrikalar kompleksinde oluşturdukları Teknopark merkezinde düzenleniyordu. Düzenleniyordu dedim, ama, pek o kadar düzenli oldukları söylenemezdi. İlk günün, ilk toplantısı bir buçuk saat geç başladı. Çünkü yetkililer gelmedi. Bir çok ülkeden gelen misafirler, hiç bir açıklama dinleyemeden ayakta bekledi. Türkiye’deki en kötü organizasyonun bile bundan daha iyi yapılacağını, Türk heyetindekiler, aramızda söyledik, durduk. Türkiye, galiba, bir Akdeniz ülkesi olarak zamana çok daha fazla duyarlı. Turizm sektöründe kısa vadede bazı riskler alarak, konumlamamızı değiştirebilsek, kendimizi pazarlamaya biraz daha fazla önem versek, bizi kimse tutamaz. Türkiye’deki ürün, hizmet kalitesi yakalanamaz derecede üstün, ama, fiyatlarımız nedense Akdeniz’deki en düşükler arasında, hatta en düşüğü...

Bu kriz sürecinden yenilenerek çıkma yolunda ilk kafa yormamız gereken şeylerden biri pazarlama... Sadece masrafları kısmakla, eleman çıkarmakla iş olmuyor. Kaliteli ürünümüzü hak ettiği fiyata satabilmek için marka ve imaj yaratmak zorundayız. Bu çok daha güçlü bir iletişim becerisi gerektiriyor. Maalesef iş iletişime gelince de çok sorunluyuz. Katılan tüm Arap ülkeleri birkaç dil konuşabilen üyelerden oluşurken, bizde İngilizce bilen kişilerin sayısı birkaç kişi ile sınırlı idi. Bunun yanında, bizim yabancı dil utangacı küçük ve orta çaplı iş sahiplerimizin birçok ülkeye mal satmaları, ihracat yapabilmeleri ise o derece hayranlık verici idi. Ancak, çalıştığımızın karşılığını alabilmek için, üretmeye, satmaya önem verdiğimiz kadar, pazarlamaya da önem vermeliyiz. Pazarlama genellikle, reklam ve tanıtım olarak anlaşılıyor; oysa...

Pazarlama öncelikle doğru ürünü üretmekle başlar. Sadece çok çalışmakla kazanılmaz, doğru işi yapmak da önemlidir. İngilizce’de bu "hard work” ve “smart work” ayrımı ile çok güzel yapılmıştır. Doğru ürün ise değerin nerede olduğuna, nereye doğru kayıp gittiğine bakılarak; pazarda boşluklar (niche) tespit edilerek belirlenir. Kriz dönemi ürünlerde ve değer algılamalarında değişimlerin en çok yaşandığı dönemlerdir. Zaten ekonomik büyüme değer üretemeyen alanlardan, daha çok değer üreten diğer alanlara geçilerek tekrar sağlanır. Napoli konferansında da ilgimi çeken konu bu oldu. Türkiye ve Arap ülkeleri tekstil ve turizm konusunda yatırımlarını anlatırken, İtalyan şirketleri pasta, kek, makarna ve şarap pazarlamaya çalışırken, İsrail’liler çok ilginç bir sunum yaptılar.

İsrail’in sunumu dört alana odaklıydı: enerji, su, tarım ve çevre...Sunumu yapan İsrail temsilcisi, kendinden son derece emin bir şekilde, “Önümüzdeki yıllarda küresel ısınma nedeniyle bu alanlarda çok ciddi sıkıntılar olacak. Akdeniz bölgesine ve tüm Dünya’ya geliştirmiş olduğumuz teknolojilerle hizmete hazırız” dedi. Evet biz ne konuşuyoruz, onlar neler konuşuyorlardı? Yukarıda, “Pazarlama önce en doğru ürünü üretmekle başlar” derken bunu ifade etmek istiyordum. İsrailli firmaların, güneşten elektrik enerjisi elde eden fotovoltaik pil teknolojisini geliştirirken hedefleri ne idi? Ya da deniz suyundan tatlı su elde etmenin maliyetlerini düşürmeyi, ev ve sanayi kullanım suyunu yüzde yetmişbeş oranında geri kazanmayı, tarımda mininum su kullanımını sağlayan damlama teknolojilerini geliştimeyi nereden ve nasıl akıl etmişlerdi?

Bu kadar akıllı kararların alınmasında devletin rolünü görmemek olanaksız. İsrailde teşvik politikaları, gelecek öngörüsüyle ve hangi alanda rakipsiz veya az rekabetle karşılaşacaklarına göre yapılıyor. Daha az rekabet daha fazla kar , daha fazla sermaye birikimi ve daha fazla kalkınma demektir. Eğer sizler sürekli olarak gelecekte en çok gereksinim duyulacak ürünlere odaklanırsanız ve karsız olduğunuz alanları bırakırsanız, krizler sizleri zayıflatmaz, daha güçlü kılar. Yaşadığımız krizin nedeni George Bush ve politikaları ise, petrolden elde edilen aşırı karlar ve bu aşırı karların değer yaratmayan ve sonradan batan fonlara yatırılması ise, çıkışı da bu paradigmanın reddi ve sonlandırılması ile olacaktır. Göreceksiniz, güneş, rüzgar ve diğer alternatif enerji kaynakları ne kadar önemli olacak? Kuraklıkta tarım yaparak halkını besleyebilen ve tarım ürünleri ihracatı yapabilenler ne kadar kudretli hale gelecekler? Örenk mi arıyorsunuz? Yirmi yıl önce bilişimin ucundan tutmayı akıl eden ülkelere bakın yeter.

Evet sevgili dostlar, bu krizde yapacağımız en önemli şey, bir geçmiş ve gelecek muhasebesi olmalıdır. Krizden fırsat çıkarmak ancak böyle olur. Gazetelerde krizden fırsat çıkarmak yorumları, haberlerini boy boy okuyoruz. Doğrusu hiç biri anlamlı gelmiyor; hiç bir şey bu kadar kolay ve ucuz değil. Krizi nedenleriyle iyi etüd etmişsen, etkilerini iyi incelemiş ve irdelemişsen, nasıl çıkılabileceği üzerine tezler geliştirmişsen, kısacası çok ve akıllı çalışmışsan, krizden fırsat yaratma şansın artar. Umarım, bu kez öyle yaparız...

Sağlıcakla kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder