Sayfalar

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Ülkemizin geleceği işletmemizin başarısında yatıyor.

Kapalı ekonomi içinde yaşadığımız günlerde, ekonomi bu kadar gündemimizde olmaz, bugün bildiğimiz ekonomi terimlerini duymaz, bilmezdik. Ekonomimiz dışa açılıp, hem de kötü yönetilince, art arda gelen krizlerle en sade vatandaş bile ekonomiyi anlamak zorunda hissetti kendini. Şimdi ekonomi radyoda, TV’de ve gazetelerde çok daha fazla yer alıyor, heyecanlı konuşmacılar, bize çok uzak ülkelerin tüketici moralindeki bozukluğun, bizdeki dolar kuruna etkisi gibi konuları tartışıyorlar. Hoşsohbet ekonomi profesörleri inen-çıkan, döviz, faiz ve borsayı tartışıyorlar. 2001 krizinin arkasından zirveye çıkan bu konuşmaların bağlandığı nokta ise: “Siyasi istikrarla mali piyasalara güven gelirse, kamu maliyesi iyi yönetilirse, makro ekonomik dengeler yerine oturur, dış yatırım gelir, ekonomi yoluna girer” oluyordu. Şimdi tek parti iktidarı var -siyasi istikrar hala sağlanamıyor- göreceli bir makro ekonomik denge içindeyiz, ama insanlarda işler yolunda gitmiyormuş gibi bir hava var. Hepimiz farkındayız: sattığımız aldığımızı karşılayamıyor, cari açık büyüyor. Üretiyoruz, ihraç ediyoruz ama katma değerimiz, yani kar marjımız düşük olduğundan bir türlü bu çemberden dışarı çıkamıyoruz. Yüksek faizle sürekli borçlanarak geleceğimizi ipotek altına sokuyoruz. İçinde yaşadığımız denge ortamının kırılgan olduğunu biliyoruz, bu bizi ayağımızdaki nasır gibi sürekli rahatsız ediyor.

Ülkemizin bir KOBİ ülkesi olduğu söylenir. Ben buna gerçekten inanmam. Bu işletmelerin önemli bir kısmı kavramın yanlış anlaşılmasından gelen, çoğunlukla girişimcilik eseri olarak değil, zorunluluktan ortaya çıkmış, ekonomik değeri çok az olan “meşguliyet”lerdir. İnsan Almanya’da mittelstand adıyla anılan KOBİ’leri gördükten sonra, KOBİ’nin ne olması gerektiğini anlıyor. Almanya’da istihdamın ve milli gelirin en büyük kısmı, aile işletmesi olarak çalışan, muhafazakar yönetim tarzına sahip, kaliteli ürünlerini tüm dünyayaya ihraç eden KOBİ’ler tarafından gerçekleştiriliyor. Bu işletmeler için önemli olan, büyük olmak değil, işinde en iyi ve uzman olmak, Dünya’da herkesin peşinde koştuğu benzersiz ürünler üretebilmektir. Alman mittelstand’ları aile geleneğinden gelen bir ustalık ve maharetle, binlerce mekanik, elektronik, elektromekanik ürünler üretirler. Tüm Dünya onların müşterisidir, Çin rekabetinden hiç etkilenmezler; hatta büyüyen Çin en büyük müşterileridir.

İş hayatım boyunca tüm Türkiye’de ve yurt dışında bini aşan işletmeyi bizzat gezdim. Sorunlarıyla içiçe oldum. Türkiye’deki KOBİ’ler, iki ana kategoriye ayrılabilir: 1) Ana sanayinin tedarikçi yan sanayii, ya da dağıtıcı ve acentaları, 2) Bağımsız işletmeler. Birinci kategorideki firmalar, ana sanayinin verdiği bilgi ve know-how’la sadece onların istediği ürünleri üretir, ana sanayinin belirlediği fiyat ve tolere ettiği karla onlara satarlar. Bu firmaların çoğunlukla kendi teknolojileri ve markaları yoktur. Haksızlık etmeyelim, özellikle otomotiv yan sanayii’nde, ana sanayi artık ürün tasarımını da yan sanayiye devretmeye başlayınca bu firmalarda ciddi know-how olmaya başladı. Ancak markaları olmadıkları için uluslararası pazarlarda güçlü ve bağımsız davranamıyorlar. İkinci kategorideki firmaları “Bağımsız” olarak ifade etmiş olsam bile onlar da kendi ürünlerine ve markalarına sahip değiller. Tarım ürünlerini ihracat için işlerler, markasız tekstil ve konfeksiyon üretirler. Son zamanlarda makina sanayii kendi know-how’ını üreterek ihracatçı konuma geldi ama bu Türk sanayiinin genel karakteri değil. Büyük sanayide olsun, küçük sanayide olsun katma değer büyük ölçüde işçilik sınırı içinde kalmıştır. Eğer bir üründeki katma değeriniz işçiliğe bu kadar bağımlı ise yandınız. Mutlaka işçilik fiyatlarının düşmesi lazım ki rekabetçi olabilesiniz. Düşük döviz kurlarından bu nedenle şikayet ediyoruz.

Demek ki ekonomimizde birşeyler eksik. Makro istikrar derken mikroekonomiyi ihmal etmişiz. Örneğin bilişimdeki en büyük fırsatı bu dönemlerde kaçırdık. Mikroekonomiyi dönüştürmek ise o kadar kolay değil. Öyle bir kaç parametreyi iyi yönetmekle başarılamıyor. Sektör sektör, bölge bölge politikalar geliştirmek, stratejik planlar yapmak zorundasınız. Yerel yönetimlerin, girişimcilerin, sivil toplum kuruluşlarının, çalışanların ve en sonunda da düzenleyici ve kaynakları dağıtan kurum olarak devletin görevleri var. Ama en büyük sorumluluk işletme sahipleri olarak bizlere düşüyor. Daha bilgili, daha bilinçli olmalıyız. İşte “aydınlanmadan” kastım bu. Ülkemizin, ekonomimizin geleceğinin tek tek kendi işletmelerimizin başarısında yattığının farkına varmak... Çözümleri dışımızda, sadece siyasette aramak yerine işimize odaklanmak, kontrolu bizde olan etmenlerle başarının yolunu araştırmak... Ciddi bir düşünce süreci gerektirir bu. İşini doğru yapmanın yanında doğru işi yapma çabasıdır. Severek ve tutkuyla üretilen ürünlere, üretici ailenin onuru olarak bakılmasıdır. Türkiye gibi girişimci potansiyeli yüksek olan bir ülkenin girişimlerin kalite ve karakterinde yapacağı küçük bir kırılma ile çağ atlayacağı kuşkusuzdur. Bu atılım KOBİ’lerden gelecektir, gelmelidir...

Sağlıcakla kalın.

Tuğrul Tekbulut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder